GERİ

 


SACHS'IN HASTALIĞI
"YAZILI OKUMALAR"

18. Bilmediğini söyleyebilmek

Eskiden beri doğru olduğuna inandığım, yaşantımda da uygulamaya gayret ettiğim bir tutum da "bilmediğim" konular için bilmediğimi belirtmekten çekinmemektir.

Yerinde ve zamanında kullanılmışsa ve gerçekse "bilmiyorum" sözcüğünü severim.

Hem bir gerçeği ortaya koyar ve eksiğini ortaya çıkararak onu tamamlamak için insana önemli bir dürtü sağlar, hem de insanlarla ilişkilerde bir doğallık, içtenlik ve sahicilik yaratır. Çünkü insanlar genel olarak "çok bilen" insanlardan korkarlar, hatta sanırım "çok da sevmezler."

Eskiler ne güzel demişler: "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp."

Temel tıp eğitimim sırasında zaten bildiğimizden bir türlü emin olamadığımız için o zaman "bilmiyorum" demek şaşılacak bir durum değildi. Kimi gerçekten çok çalışkan arkadaşlarımızla, özellikle "özel okullar"dan, o zamanlar söylediğimiz şekliyle "kolejliler" ya daha fazla bilirlerdi, ya da böyle göstermeyi severlerdi.

Ama bir çoğumuz öğrendiğimiz bilgi açısından eşit ve "bilmeyenler"in safındaydık. Uzmanlık eğitimim sırasında da benim için bilmediğini belirtmek olumsuz bir davranış değildi. İster hastalara hizmet verirken, ister öğrenirken. Eğitim gördüğüm kurumda bu benimsenen bu yaklaşımdı ve hiç de ayıplanmazdı. Çünkü oraya "öğrenmek" için gidiyorduk ve tıpta da "öğrenmenin yaşı yoktu".

Asistan odamızda da, poliklinikte de, tıpkı kütüphanemizde olduğu gibi "tekst buk" (text book) dediğimiz "temel başvuru kitapları"mız bulunur, dahası sürekli açık olurdu.

Hasta yanında olalım olmayalım, bilmediğimizi o kitapları karıştırarak önce oradan öğrenmeye çalışırdık. Sonra da sırasıyla önce bizden kıdemli olanlardan, sonra uzmanlardan, en sonunda da hocalarımızdan bilmediklerimizi sorar, karar veremediğimiz hastalarla birlikte yanlarına gider onlara gösterir ve yardımlarını isterdik. Bunlar olması gereken, hasta ve yakınları tarafından da "doğal ve olağan" kabul edilmesi gereken davranışlardır.

Bazı hastalar ilk yaşadıklarında buna şaşırırlardı. Ama sonradan durumun doğallığına onlar da alışırlar, hatta kimi zaman bu davranışın onların hoşlarına gittiğini fark ederdim.

Onlar rahatladıkça biz de rahatlardık. Çünkü onlar için de "bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp"tı. Ayrıca sorunlarının taa koca koca hocalara kadar ulaşması onları ayrıca memnun ederdi. Çünkü onların genel olarak o hocaların "muayenehane"lerine gidecek paraları ya da olanakları olmazdı.

Tıpkı "bilmemek" gibi her şeyin yapılmasına karşın, muayene edilen hastanın neyi olduğunun "anlaşılmaması" da olası ve doğal bir durumdur. Kuşkusuz binlerce hastalığın hepsinin tüm doktorlar tarafından her an bilinmesi ve anımsanması olanaklı değildir.

Tıbbın sürekli eğitimi gerektirmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur zaten! Eğitimini sürdürmeyenin de bu mesleği yapmaması gerektiğini sık sık vurgulamam da bu yüzden. Çünkü okulda öğrendiği bilgilerle mesleğini sürdürenlerden hizmet almak yalnız hastalar için değil, aslında tıp mesleği adına da kabul edilebilir bir durum sayılmamalı ve buna izin verilmemelidir.

Sonraki mesleki yaşamımda da bildiklerime "biliyorum" derken, bilmediklerime "bilmiyorum" demeye sürekli özen göstermişimdir. Dahası bilmediklerimi ya da anlamadıklarımı da öğrenmek için gerekli çabayı becerebildiğim oranda her zaman göstermişimdir.

Bazen arkadaşlarım "ne kadar kolay 'bilmiyorum' diyorsun" derler bana. Sanılanın tersine hem hastaların hem de yakınlarının bunun belirtilmesinden rahatsız olmadıklarını da öğrendim. Hastalar, hekimlere göre bu tür durumları daha olağan karşılıyorlardı genellikle.

Eğer bilmediğim bir konuda biliyormuş gibi davranırsam ona zarar verebileceğimi ya doğrudan ya da davranışlarımla anlatırdım; hastalar da bunu yadırgamazlar, olağan karşılarlardı. Tabii sonrasında yapılması gerekenler yapıldığı koşulda. Bazen "izleyelim" sözünün bile yeterli olabildiğini yaşayarak biliyorum.

Dr. Sachs'ın Hastalığı kitabının bu bölümünde Dr. Sachs'ın küçük Romain'i muayene ederken onun karnının neden ağrıdığını ve neyi olduğunu anlayamadığını hem Romain'e hem de "bakıcı teyzesi"ne kolaylıkla ve doğal bir şekilde ifade etmesi bu nedenle çok hoşuma gitti.

Böyle bir durumda ne yapılabilir üzerinde yeniden düşündüm? Dahası kendimi bir hasta yerine koyarak düşündüm.

İlk seçenek sorunu anlayana kadar olayın üzerine gidip "gerekli incelemeleri yaparak" hastanın sorununu çözümlemek ve yakınlarını rahatlatmak olabilir.

Bir diğeri hastayı bir bütün olarak değerlendirip önce "durumun ciddiyeti konusunda bir değerlendirme yapmak" ve ona göre karar vermek olabilir.

Ama her koşulda uzaktan ya da yakından "hastayı bir süre izlemeye çalışmak", olası hastalık tablolarının başka bulgu ve belirtilerini ona ya da yakınlarına da anlatıp, bunların görülüp görülmediğini onlarla birlikte gözlemek, bu arada atlanmış bir bulgu olup olmadığını anlamak için kuramsal bilgiyi gözden geçirip yenilemek de gerekir.

Burada yanlış sonuçlara varacak ve zarara yol açabilecek iki olasılık vardır. Bunlardan birisi çoğu zaman yeğlenen "geçiştirme" tavrıdır. Sanırım hastalar ve yakınları en çok bundan zarar görürler.

"Geçiştirmek tanıda ve tedavide geç kalmanın en büyük nedenlerinden birisidir."

İkincisi ise olayı ortaya çıkarmak için yapılan inceleme ve araştırmaların hem fiziksel hem de psikolojik olarak hastaya olması gerekenden "çok fazla zorlaması"dır.

Günümüzde hastalara yapılan tıbbi işlem ve araştırmalar nedeniyle bu işlemleri talep edenlerin, işlemler için hastanın ya da sağlık güvenlik kurumun ödediği paradan pay almaları bu tür davranışların abartılmasına yol açmaktadır. Bu sağlık hizmetini olumsuz etkileyen en önemli yanlışlardan birisidir.

Parasal boyutu bir yana hastalar ve yakınları bu tür araştırmalar uzadıkça giderek daha çok rahatsız olurlar. Ayrıca ayrıntılı ve kimi zaman insanı bedensel olarak yoran hatta bazı dokusal kayıplara yol açan ya da "eziyet boyutuna" ulaşan yöntemler kullanıldığında tıbbın ve teknolojinin yarattığı başka hastalıkların ortaya çıkması da kaçınılmaz hale gelir.

Bunların yanında hasta ve yakınlarının araştırmaların uzamasını "kötüye yoran" değerlendirmeler de eklendiğinde hasta ve yakınları açısından "psikolojik yıkımlar ve olumsuz etkilenmeler" yaşanabilir.

Tam bu noktada istenilen ya da umulan sonucun alınamadığı incelemeler sonucu hastalarda "hastalık hastalığı" denen takıntılı durumlar ortaya çıkacaktır. Hasta bir türlü tatmin olmayacak ve hastane hastane, doktor doktor dolaşmaya başlayarak parasını pulunu bu yolda harcayacaktır. Ticarileşmiş sağlık sektörü bundan da sıklıkla yararlanmayı bilir.

Hasta ve yakınlarının aklına gelen ilk açıklama "benim ciddi bir hastalığım var, ama doktorlar bunu bulamıyor ya da buldular ve bana söylemiyorlar, beni oyalıyorlar" şeklindeki düşünce olur.

Tabii bu işlemler sırasında hastada henüz herhangi bir belirtisi ortaya çıkmamış, bazı başka patolojik durumlar da ortaya çıkabilir ve asıl hastalık, yanlış olarak onlara bağlanabilir. Bu da hem hastaların hem de sağlık kurumlarının zaman, emek ve kaynaklarını boşa harcayacak süreçleri gündeme getirebilir.

Bu olasılık ve durumlardan her birini destekleyen ya da reddeden gerekçeler bulunabilir, dahası uzun uzun tartışılabilir. Kuşkusuz "her durumda geçerli genel tutumlar" belirlemek de kolay değildir. Her olgunun kendi özgülünde değerlendirilmesi en doğrusudur. Ancak tüm bunlar yapılırken, hasta, hasta yakını ve hekimler birlikte düşünmek ve karar almalı, sorumluluğu birlikte üstlenmelidirler.

Kanımca her koşulda hastanın yararına, bu sağlanamıyorsa onun en az zarar göreceği seçenek yeğlenmelidir.

Hasta açısından çok ciddi görünmeyen bir tablonun ne olduğuna karar vermek için; kuşkusuz basitinden en komplikesine kadar onlarca tetkik yapılabilir. Bunlar için harcanan zaman, emek ve para da önemlidir, gerekirse yapılmalıdır. Bu gerekirliği belirleyen hastanın o andaki durumu ve gereksinimleri olmalıdır.

Hasta sonuçtan tatmin olmadıysa yeni yollar deneyerek, başkalarına danışarak, konsültasyonlar yaparak "onunla birlikte bir bilme anlama süreci" yaşanabilir. Gerektiğinde başka hekime yönlendirmeli, bizim görmediğimizi görecek bir meslektaşımın görüşünü almak da bir diğer doğru tutumdur. Bunların hekimlik mesleğinin güzel ve öğretici yanları olduğunu düşünüyorum.

Asıl olan hastanın ve yakınlarının bu birlikteliği kabul etmesi ve kendi kararıyla bu yolu izleyeceğini belirtmesidir.

Ama tüm bunlar gerekmiyorsa hastayı incelemeler sırasında "yaşadıklarıyla ve kaygılarıyla baş başa bırakmak" da doğru bir yaklaşım değildir. Seçeneklerin olumlu ve olumsuz yanlarıyla gözden geçirmek, bunun neden yapıldığını, neden böyle davranıldığını, hastanın baştan savılmadığımı, olabildiğince yakından izleneceğini hastanın ve yakınlarının anlamasını sağlamak çok önemlidir.

Bölümün sonunda hastalığı anlaşılmayan, ama aslında bir hastalığı olmayan küçük Romain'in Dr. Sachs'a ilişkin gözlemleri bu tutumu somut olarak anlatıyor:

"Arada sırada, yuvarlak gözlüklerinin üzerinden bana bir bakış atıyor ve gülümsüyorsun."

Her hastanın hekimini böyle tanımlaması, birbirlerine "gülümseyerek" bakabilmesi, sağlıklı bir sağlık hizmetinin de en somut göstergesidir.

Aralık 2008/Alihocalar

 

GERİ

 

BU SİTENİN HER HAKKI MAHFUZDUR.
ANCAK KAYNAK BELİRTEREK ALINTI YAPILABİLİR.