- GİRİŞ
- ÜLKEMİZDE ŞİKAYETTE BULUNMA (BAŞVURU) HAKKI
- Sağlık Hizmeti Verenlerin Bağlı Bulundukları Meslek Örgütlerine
Başvuru
- Adli (Yasal) Başvurular
- Özel Hukuka İlişkin Sorumluluklar ve Başvuru Yolları
a. Sözleşme İlişkisi
b. Haksız Fiil İlişkisi
c. Prosedür
- Ceza Hukukuna İlişkin Sorumluluklar ve Başvuru Yolları
a. Genel Olarak
b. Prosedür
- İdare Hukukuna İlişkin Sorumluluklar ve Başvuru Yolları
a. Hukuki (tazminat) Sorumluluk Açısından
b. Cezai Sorumluluk Açısından
GİRİŞ
Bütün dünyada
tartışılan ve son yıllarda daha fazla telaffuz edilmeye başlanan
hasta hakları, uluslararası bazda yapılan bildirgelerin de konusu
olmuştur. Hasta hakları ile ilgili ilk temel metin 1981 tarihli
Lizbon Bildirgesidir. Bu bildirgede, temel sınırlar çizilmeye
çalışılmış, ancak her geçen gün gelişmekte olan
hasta haklarının tümünü kapsayan bir düzenleme
yapılamamıştır. Bunun üzerine, daha sonra hazırlanan Amsterdam
(1994) ve Bali (1995) bildirgeleri ile hasta hakları esas olarak 5
ana başlık altında toplanmıştır.
Tıbbi bakım hakkı
Bilgilendirilme
Onay
Mahremiyet ve Özel
Hayata Saygı
Başvuru (şikayette
bulunma) Hakkı
Bu başlıkların hepsi çok
önemli hakları ifade etmektedir. Ancak bir ülke
vatandaşlarının tıbbi bakıma ulaşma imkanları yoksa, diğer haklardan
da bahsedebilmek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, en temel
insan haklarından biri olan ve sağlıklı yaşam hakkının bütünleyicisi
durumundaki tıbbi bakıma ulaşma hakkı, hasta haklarının da temelini
oluşturmaktadır. Bunun dışında soyut olarak bir takım haklardan
bahsetmek, bir ülkede hasta haklarının yerleşmesi için
yeterli değildir. Bu hakların fiilen uygulanması, ihlali halinde
işleyecek başvuru ve şikayet mekanizmalarının geliştirilmesi ve
böylelikle demokratik bir denetimin sağlanması gerekmektedir.
Aksi durumda hasta haklarına ilişkin düzenlemeler, bir iyi niyet
bildirisinden öteye gidemez ve pratiğe etkisi olamayan metinler
haline dönüşürler. Özetle, hasta haklarının
sağlık hizmeti sürecinde düzenleyici rol oynayabilmesi
için, bu hakların ihlali durumunda hastaların ve yakınlarının
başvuru mekanizmalarına sahip olmaları gereklidir.
ÜLKEMİZDE BAŞVURU
(ŞİKAYETTE BULUNMA) HAKKI
Ülkemiz sağlık
mevzuatı incelendiğinde, hastaların başvuru ve şikayet mekanizmaları
ile sağlık hizmeti verenlerin sorumluluk esaslarının çok açık
olmadığı görülmekte, konuyu düzenleyen özel
hükümlerin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle konu,
genel hükümler çerçevesinde ve mahkeme
kararları ile çözümlenmeye çalışılmaktadır.
En kaba ayırımı ile, başvuru mekanizmalarını iki ana başlık altında
incelemek mümkün görünmektedir:
Mesleki disiplin
mekanizmalarını harekete geçirecek başvurular
Adli (yasal)
başvurular
A.SAĞLIK HİZMETİ VERENLERİN BAĞLI
BULUNDUKLARI MESLEK ÖRGÜTLERİNE BAŞVURU
Bu konuda akla ilk gelen, hekimlerin bağlı bulundukları Tabip
Odalarıdır. Gerçekten, 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği
Kanunu ile kurulan meslek örgütü, tüm yurtta
örgütlenmiş ve üyelerinin genel meslek ilkeleri
dışındaki davranışlarını denetleyebilecek bir yapılanmaya
kavuşturulmuştur. İlgililerin yaptığı başvurular neticesinde harekete
geçen Yönetim Kurulları ve Disiplin Organları, kusurlu
buldukları hekimlere, uyarıdan, meslekten mene kadar geniş bir
yelpazede disiplin cezası verebilmektedirler. Uygulanmasında bir
takım aksaklıklar olsa dahi, kendi meslek örgütü
tarafından bu tür bir denetimin yapıldığını bilmek, ilgili
meslek mensubunu hasta haklarına daha duyarlı olmaya yöneltecektir.
Tıbbı bir hataya maruz kaldığını düşünen herkes, bu hatada
kusurlu olduğunu düşündüğü hekim hakkında,
bulunduğu ildeki Tabip Odasına bir dilekçe ile
başvurabilmekte, Oda Yönetim Kurulunun yaptığı ön
incelemede başvuru kabul edilirse Disiplin Kurulu tarafından
soruşturma başlatılmaktadır. Disiplin Kurullarınca verilen kararlara
karşı, 15 gün içerisinde Tabipler Birliği Yüksek
Onur Kurulu nezdinde itirazda bulunabilmek mümkündür.
B.ADLİ (YASAL) BAŞVURULAR
Adli başvurular, hizmetin
alındığı kesime göre farklılıklar arz etmektedir. Gerçekten
ülkemiz sağlık örgütlenmesi içinde, hekimler
bağımsız olarak ya da bir klinik veya özel bir hastanede
çalışabildikleri gibi, kamu sektöründe de
çalışabilmektedirler. Yasal mevzuat çerçevesinde
bakıldığında, hekimin çalıştığı sektöre göre başvuru
ve şikayet mekanizmalarının değişmesi söz konusudur. Adli
başvuru mekanizması aşağıda ÖZEL, CEZAİ ve İDARİ BAŞVURULAR
başlıkları altında incelenecek ve hizmetin alındığı sektöre göre
farklılıklar belirtilecektir.
Özel
Hukuka İlişkin Sorumluluklar ve Başvuru Yolları
Özel hukukta,
zararın sonucu olan sorumluluk, ya bir sözleşmenin taraflarınca
hiç uygulanmaması ya da noksan uygulanmasıyla SÖZLEŞMEDEN
veya kusura dayanan HAKSIZ FİİLDEN kaynaklanmaktadır.
Sözleşme
ilişkisi
Hukukumuzda, hekim ile
hasta arasındaki ilişkiye genelde vekalet sözleşmesi
hükümlerinin uygulanacağı kabul edilmektedir. Esasen
Yargıtay’ın da kararlarında değinildiği üzere, Borçlar
Kanunu’nun 386/II. Maddesinde; “Diğer akitler hakkındaki
kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi vekalet
hükümleri cari olur” denmekle bu husus hüküm
altına alınmıştır.
Bazı tıbbi yardım ve el
atmalarda belli bir sonucu yüklenme olanağı vardır. (Diş,
protez, estetik vb.) Hekimin tedavi amacıyla değil de güzellik
amacıyla insan vücuduna müdahale ettiği bu durumlarda eser
(istisna) sözleşmesi söz konusu olacaktır. Bu
sözleşmelerde, sadece bir hizmette bulunmak değil, aynı zamanda
“eser” denilen olumlu-olumsuz bir sonucun taahhüdü
söz konusudur. Sonuç gerçekleşmezse, meydana gelen
zarardan hekim sorumlu olacaktır. Eser sözleşmesi uyarınca
hekimin, tedavi niteliğinde olmayan tıbbi müdahalede bulunması
ifa yönünden yeterli değildir. Yaptığı işin, hangi yöntemi
kullanırsa kullansın ayıpsız (kusursuz) olarak ortaya çıkması
gerekir. Özetle belirtmek gerekirse, hekim ile hasta arasındaki
ilişki çoğu zaman “vekalet sözleşmesi” olarak
kabul edilirken, kimi zamanlar “eser (istisna) sözleşmesi”
söz konusu olabilmektedir. Vekalet sözleşmesi ile Eser
sözleşmesini birbirinden ayıran en temel fark ise; vekalet
sözleşmesinde belli bir işin belli bir sürede yapılacağı
taahhüt edilmezken, eser sözleşmesinde bir eserin (protez
diş, burun vb.) belli bir sürede yapılacağı yükümlülüğü
altına girilmektedir. Dolayısıyla eser sözleşmesi ile hekim,
vekalet sözleşmesi ilişkisine oranla daha ağır bir yükümlülük
altına girmektedir.
Sözleşmenin
kurulması, Borçlar Kanunu’ nun genel esaslarına tabidir.
Bu durumda tarafların birbirine uygun irade beyanları sözleşmenin
kurulması için yeterlidir. Sözleşmede şekil serbestisi
olup yazılı olması şart değildir. Hekimin hastayı kabulü,
muayene etmesi, bazı tedavilere başlaması gibi davranışlar, taraflar
arasında bir sözleşme ilişkisinin başlaması için
yeterlidir.
Bu sözleşme ile
hekim, öncelikle tıp bilimi ve uygulamasının öngördüğü
esaslar çerçevesinde gerekli teşhisi koymak ve konulan
teşhise en uygun tedaviyi seçip uygulamak yükümlülüğü
altına girer. Asıl borç hastayı tedavi etmektir, ancak bunun
yanında hekim için hastayı aydınlatma, özen gösterme,
kayda geçirme ve sır saklama gibi bazı yan yükümlülükler
de doğar.
Hasta açısından asıl borç
ise, hekime bu faaliyetleri karşılığında uygun bir ücret
ödemektir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, Borçlar
Kanununun 386. Maddesinin son fıkrasına göre, ücret vekalet
sözleşmesinin zorunlu koşulu değildir. Gerçekten bu
maddeye göre hekim, “Mukavele veya teamül varsa
ücrete müstahak olur.” Hastaya yollanan faturalar,
hukuki açıdan “İCAP” sayılır ve itiraz durumunda
rayice göre ücreti hakim belirler. İlan edilen ücretler
durumunda ise hasta bunu kabul etmiş sayılır. Ücretin ödenmemesi
nedeni ile, hastanın alıkonulması veya bırakılmaması, hukuken kabul
edilemez bir davranıştır. Bu durumda yapılması gereken devlet gücüne
başvurmaktır. Aksi halde, Türk Ceza Kanunu’ nun 308.
Maddesinde düzenlenen İhkakı Hak (kendi hakkını alma) suçu
oluşur.
Haksız Fiil İlişkisi
Hekim, bir sözleşme bulunsun
veya bulunmasın, tedavi ettiği herkese karşı kendisine ödev
yükleyen meslek görevinin gereklerine aykırı davranırsa,
yalnız sözleşmeyi bozmaktan değil, haksız fiil kurallarına göre
de sorumlu olacaktır. Konuyu düzenleyen Borçlar
Kanunu’nun 41. Maddesi şu şekildedir: “Gerek kasten,
gerek ihmal ve teseyyüp (özen göstermeme) yahut
tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden
şahıs, o zararın tazminine mecburdur.”
Bu hüküm dikkate alınarak
dar anlamda haksız fiil, “bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu
bir fiiliyle başkasına zarar vermesidir” şeklinde
tanımlanabilir. Haksız fiil, genellikle yapma şeklinde olumlu bir
davranışla kendini gösterir. Fakat bunun yanında yapmama
şeklinde olumsuz bir davranışın haksız fiil oluşturması mümkündür.
Gerçekten, bazı durumlarda hekimin tıbbi yardımda bulunma
yükümlülüğü vardır ve bu yükümlülüğe
aykırı hareket etme, haksız fiil sorumluluğu doğuracaktır. Tıbbi
Deontoloji Nizamnamesinin 3. maddesine göre “tabip,
vazifesi ve ihtisası ne olursa olsun gerekli bakımın sağlanamadığı
acil vakalarda, mücbir (olağanüstü) bir sebep
olmadıkça, ilk yardımda bulunur.” Hekimin, yasanın
kendisine yüklediği böyle bir yükümlülükten
kaçınması, aynı zamanda Türk Ceza Kanunu’nun 476.
Maddesinde düzenlenen “Yaralıya Yardım Etmemek”
suçunu oluşturur.
Tıbbi sorumluluk alanında haksız fiil
sorumluluğu, hekimle hasta arasında önceden kurulmuş geçerli
bir akit mevcut olmadığı taktirde ortaya çıkabildiği gibi,
kimi zaman da hem sözleşme sorumluluğu, hem de haksız fiil
sorumluluğunun bir arada bulunması söz konusu olabilir. Bu
durumlarda, her iki sorumluluk halinin yarışmasından bahsedilmelidir.
Yani zarar gören, yapacağı hukuki başvuruyu, sözleşme ya da
haksız fiil ilişkisine dayandırabilir. Fakat sorumluluk sebeplerinin
incelenip karşılaştırılmasından da anlaşılacağı üzere,
sorumluluk sebeplerinin birlikte varlığı halinde, zarar gören
şahsın, sözleşmeye aykırı davranıştan doğan sorumluluğu
düzenleyen kurallara dayanması genellikle daha yararlıdır. Gerek
ispat külfeti, gerek yardımcı şahısların fiillerinden doğan
sorumluluk açısından ve gerekse zamanaşımı (sözleşmede 5
yıl, haksız fiilde 1 yıl) yönünden sözleşme
sorumluluğuna dayanmak daha lehe olacaktır.
Prosedür
Tazminat davalarında, dava hakkı
kural olarak tıbbi el atma ve yardım sırasında doğrudan doğruya zarar
gören kişiye (hastaya) aittir. Bunun dışında hastanın
yakınlarının (ana, baba, eş, evlat gibi) da aynı olay nedeni ile
kişilik hakkına dayanarak dava açmaları söz konusu
olabilecektir.
Bu davanın davalısı, kural alarak,
hekimdir. Ancak hekimin özel bir hastanede çalışması
durumunda, hekim ile birlikte, onun kusurlu eyleminden, adam
çalıştıran sıfatı ile sorumlu bulunan özel hastane
hakkında da, Borçlar Kanunu 55 ve 100. Maddelerine dayanarak
dava açılabilmesi mümkündür. Bunun yanında
hekimin bir kamu hastanesinde çalışması durumunda, açılacak
davada davalı, hekim değil, kamu kurumu olacaktır. (Bu durum
aşağıda idari başvurular bölümünde ayrıntılı olarak
incelenmiştir.)
Zarar gören tarafından hekime
karşı açılacak tazminat davası, haksız eylemin işlendiği,
sözleşmenin (tedavinin) yapıldığı veya davalının bulunduğu
yerdeki genel mahkemelerde (Değerine göre Sulh Hukuk veya
Asliye Hukuk Mahkemesi) açılır.
Özel hukuka ilişkin başvuruda
maddi ve manevi zarar talep edilecektir. Maddi zarar, başarılı bir
tedavi veya ameliyat yapılsaydı hastanın bulunacağı durum ile bugünkü
durum arasındaki para ile ölçülebilen zararlarını
ifade eder. Manevi zarar ise, kişilerin şahsiyet haklarına bir
tecavüz halinde ortaya çıkan, onların mal varlığını
etkilememekle beraber, kişilerde ruhi bunalımlara, büyük
acılara ve üzüntülere yol açan bir durumu ifade
etmektedir.
Ceza Hukukuna
İlişkin Sorumluluklar ve Başvuru Yolları
Genel olarak
Hekimlerin kusurlu
davranışları, yalnız hukuki değil cezai sorumluluğu da meydana
getirmektedir. Cezai sorumluluktan bahsedebilmek için, somut
olay içindeki davranışın “yasada açık olarak suç
sayılması” gerekmektedir. Hekimler de, hastaların, toplumun ve
çalıştıkları kurumun hak ve çıkarları ile çatışan
eylemlerde bulunabilirler. İşte bu hak ve çıkarlar bir ceza
normu ile korunmuş ise, bunların bozulması, suçu ve cezai
sorumlulukları ortaya çıkarabilir.
Cezai sonuçların
yüklenilmesi olarak belirtilen, cezai sorumlulukta hukuka
aykırılık; kusurun çeşidine göre, kasttan doğabileceği
gibi taksirden (ihmal) de doğabilmektedir.
Kast, tasavvur
edilen (göz önünde bulundurulan) ve suç teşkil
eden bir eylemi gerçekleştirmeye yönelen irade şeklinde
tarif edilmektedir. Hekimler tarafından kasten işlenebilen suçlar
arasında, kasten adam öldürme, kasten müessir fiil
(yaralama), meslek sırrının açıklanması suçu, çocuk
düşürme ve düşürtme suçları sayılabilir.
Meslekleri gereği ve önce
zarar verme ilkesinin ışığı altında kendilerini insanları tedavi
etmeye adayan hekimlerin kasten bu tür suçları
işlemeyecekleri genel kabul gören bir görüştür.
Suça vücut veren davranışların çoğunlukla taksir
yani ihmalden kaynaklandığı görülmekte ve kabul
edilmektedir.
Hekimlerin, taksirli
(savsama-ihmal) eylemleri ile ilgili cezai sorumlulukları hakkında
özel bir düzenleme bulunmamakta, aslında buna gerek de
bulunmamaktadır. Hekim, kusurlu eylemiyle bireyin yaşam ve sağlığına
verdiği zararlar nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 455 ve
459. Maddelerine göre cezalandırılacaktır. Bu maddeler, herkesin
kusurlu eylemi için geçerli olabilecek yaptırımları
içermektedir. Taksirli eylemin suç sayılabilmesi için,
kişinin yaşam ve sağlığında, yasada açıklandığı şekilde,
istenmeyen bir durumun meydana gelmiş olması aranmaktadır. Yaşamın
yitirilmesi, yani ölümün gerçekleşmiş olması
Türk Ceza Kanunu’nun 455. Maddesine uygun bir durumdur.
Taksirli tıbbi eylem, kişinin sağlığında bir takım değişiklikler ve
bozukluklar meydana getirmiş ise, bu durumda uygulanacak hüküm,
459. Maddedir.
Hekimin cezai anlamda
sorumlu olabilmesi için, meydana gelen olumsuz değişikliğin,
hekimin eyleminden kaynaklanması, hekimin söz konusu eyleminin
bu sonucu doğurmaya uygun olması (uygun nedensellik bağı)
gerekmektedir. Bu nedenle, hekim tıbbi el atmanın olağan ve
kaçınılmaz sonuçlarından (komplikasyonlar ya da
öngörülemeyen durumlar) sorumlu olmayacaktır.
Hukuki sorumlulukta uygun nedensellik bağı geniş yorumlanmakta ve
zararlı sonucun meydana gelme olasılığını önemli ölçüde
arttıran, kolaylaştıran her koşul ya da hareket uygun sebep olarak
kabul edilmektedir. Ceza sorumluluğunda ise nedensellik bağı daha dar
yorumlanmakta ve meydana gelen olumsuz değişiklik, hekimin eylemin
doğrudan doğruya ya da yakın sonucu ise, söz konusu eylem, uygun
sebep addedilmektedir. Özetle hekim, cezai anlamda, eyleminin
her sonucundan değil, öngörebileceği ve kendi eylemine
doğrudan doğruya bağlı, yakın sonuçlardan sorumlu olacaktır.
Prosedür
Yukarıda açıklanan
koşulların ışığı altında bir tıbbi hatadan şüpheleniyorsa, bunun
cezai anlamda takibinin yapılabilmesi için, suçun
işlendiği yer Cumhuriyet Savcılığı’na bir dilekçe ile
başvurmak yeterli olacaktır. Yapılacak hazırlık araştırması
sonucunda, Cumhuriyet Savcılığı suçun oluştuğuna kanaat
getirirse, suçun kamu adına kovuşturulması ve suçlunun
cezalandırılması talebi ile Ceza Mahkemesinde Kamu Davası açacaktır.
Bu aşamada, suçtan zarar gören kişinin, söz konusu
davaya Müdahil sıfatı ile iştirak etmesi mümkündür.
Cumhuriyet Savcılığı’na
yapılacak başvuru, meydana gelen suçun niteliğine göre,
kimi zaman “şikayet”, kimi zaman ise
“ihbar” olarak kabul edilecektir. Bu iki
kavram, doğurduğu sonuçlar açısından birbirinden
farklıdır.
Gerçekten, eğer
hekimin fiili sonucunda oluşan netice, şikayete tabi bir suça
vücut veriyorsa, bu durumda yapılacak başvuru şikayet olarak
adlandırılmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun hekim hataları
ile ilgili 456 ve 459. Maddelerinin bazı hükümleri şikayete
tabi suçları tanımlamaktadır. 456. Maddede düzenlenen
kasten müessir fiil suçunun 1. ve 4. fıkralarında sayılan
durumlar ile 459. Maddede düzenlenen taksirle müessir fiil
suçunun 1. fıkrasında sayılan durumlar, şikayete tabi
suçlardır. Bu suçlardan zarar gören kişiler, fail
ve fiili öğrendikten sonra 6 ay içinde şikayet
başvurusunda bulunmalıdırlar. Aksi taktirde bu suçlardan
dolayı cezai kovuşturma yapılamayacaktır.
Şikayete tabi olmayan
suçlarda ise, yapılan başvuru ihbar olarak değerlendirilecek
ve burada dava zamanaşımı süreleri uygulanacaktır. Dava
zamanaşımının süreleri ise o suç tipinde öngörülmüş
cezaların ağırlığına göre değişmekte ve 6 ay ile 20 sene
arasında farklı süreleri içermektedir.
Zamanaşımı ile ilgili bu
açıklamalar kimi zaman çok teknik hukuki bilgileri
gerektirebileceğinden, zarar gören kişilerin, fail ve fiilden
haberdar olduktan sonra en geç 6 ay içinde savcılık
başvurusunda bulunmaları, haklarının kaybolmaması açısından
faydalı olacaktır.
Hekimin serbest olarak ya
da özel bir hastanede çalışması durumlarında bu
açıklamalar geçerli iken, bir kamu hastanesinde
çalışması durumunda farklı bir hukuki prosedürün
izleneceği bilinmelidir. (Bu durum aşağıda idari başvurular
bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiştir.)
İdare Hukukuna
İlişkin Sorumluluklar ve Başvuru Yolları
Tıbbi el almadan doğan olumsuz sonuçlardan sorumlu olan
kişilerin, özel sektörde çalışmaları durumunda, adli
başvuruların esası, hukuki dayanakları ve nasıl yapılacağı yukarıda
ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu kişilerin bir kamu
kurumunda (üniversite, devlet hastaneleri vb.) çalışıyor
olmaları durumunda ise, hukuki dayanaklar ve başvuru mekanizmaları
farklılıklar göstermektedir.
Hukuki
(tazminat) Sorumluluk Açısından
Anayasamızın 129/5.
Maddesi “memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken kişilere kusurları nedeniyle verdikleri zararlardan
dolayı yalnız idareye (devlet) karşı dava açılabileceğini ve
idarenin kusurlu memura dönme (rücu) hakkı bulunduğunu”
kabul etmiştir. Benzer hüküm Devlet Memurları Kanununda da
bulunmaktadır. Bu nedenle, kural olarak, kusurlu eylemleri ile
kişilere zarar veren memur veya kamu görevlilerine karşı
doğrudan doğruya dava açma olanağı yoktur. Memurun sorumluluğu
devlete kanalize edilmiş olduğu için dava idare/devlet
aleyhine açılmalıdır.
Bu kural, tüm kamu
görevlilerini ve memurları kapsamaktadır. Üniversite,
askeri kuruluş ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile kamu kuruluşu
niteliğinde bulunan (SSK-Bağkur gibi) kurumlarda çalışanlar da
bu düzenleme içindedir.
İdari Yargılama Usulü
Kanunu’na göre, idare hakkında, tazminat talepli açılacak
bu davaya “TAM YARGI DAVASI” denilmektedir. Tam yargı
davası açmak için uyulması gerekli prosedür ve
süreler şu şekildedir:
Olayın meydana
geldiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde,
ilgili idareden zararın giderilmesi talep edilmelidir.
Yapılan başvuru
sonrasında, ilgili idare iki şekilde davranabilir:
Başvuruya olumsuz
yanıt verilebilir. Bu durumda olumsuz yanıtın tebliğinden itibaren
60 gün içerisinde, yetkili İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açılmalıdır.
Başvuruya olumlu ya
da olumsuz bir yanıt vermeyebilir. Bu durumda, başvurudan itibaren
60 gün beklenir. Bu süre içerisinde
idarenin olumlu ya da olumsuz bir cevabı olmazsa, yapılan başvuruyu
reddettiği kabul edilir ve söz konusu 60 günlük
sürenin dolmasını takip eden 60 günlük
süre içerisinde tam yargı davası açılmalıdır.
Cezai
Sorumluluk Açısından
Tıbbi el atma sonucunda
meydana gelen olumsuz sonuçtan sorumlu olduğu düşünülen
kamu çalışanı hakkında suç duyurusunda bulunulduktan
sonra, özel sektörde çalışanlardan farklı olarak ve
Anayasal bir kural gereği, Cumhuriyet Savcılığı hazırlık
araştırmasına girişememekte ve bu kişi hakkında hemen kamu davası
açamamaktadır. Cumhuriyet Savcılığı, makamına yapılan şikayet
veya ihbar başvurusu sonrasında, ilgili kamu çalışanı hakkında
cezai takibat yapabilmek için, İlçe ya da İl İdare
Kurullarına başvurur. Bu kurullar yapacakları soruşturma sonucunda,
ilgili hakkında “Yargılama” ya da “Yargılamama”
kararı verebilir. Kurulların verecekleri kararlar aleyhine, 60 gün
içerisinde, idari yargıda iptal davası açmak
mümkündür.
Bu kurullar tarafından
verilen “Yargılama” kararı kesinleştikten sonra hakkında
cezai takibat devam edebilir ve kamu davası açılabilir. Söz
konusu kurulların vereceği “Yargılamama” kararının
kesinleşmesi durumunda ise, artık ilgili kamu çalışanı
hakkında cezai takibat yapılamayacaktır.
Yazışma Adresi:
TUNÇ DEMİRCAN
İstanbul Üniversitesi
Tıp Enstitüsü
Cerrahpaşa - İstanbul
0 212 588 08 80 / Dahili:22810
E-mail: dcan@turk.net