Hazırlayan: Dr. Mustafa SÜTLAŞ
GENEL
DÜZENLEMELER
Sözleşmeler genel
hüküm itibariyle özel bir yasaya dayanmamakta "Üçüncü Şahıs Mali Sorumluluk Sigortası
Genel Şartları" çerçevesinde
belirtilen "özel şartlar" eklenerek genel
"sorumluluk
hukuku mevzuatı"
uyarınca taraflara yükümlülük
getirmektedir.
Daha önceki
değerlendirmemizde olduğu gibi söz konusu sigorta sözleşmesinin tarafları;
● sigortalanan kişi (/kurum -toplu sigorta işlemi
için-): Belirli branşlar dışında sağlık çalışanları
● sigortayı yapan taraf: Sigorta şirketidir.
Bu sözleşme halen
yürürlükte olan mevcut mevzuat göz önüne alındığında tümüyle “gönüllü-isteğe
bağlı” bir sigortayı kurala bağlamaktadır. Aslında sağlık çalışanlarının bu
sözleşme uyarınca, mesleki sorumlulukları bakımından sigortalanması ya gerçek
anlamda “kendi istekleri”yle, ya da çalıştıkları kurumların yöneticileri
ve kendi kuralları gereğince olmakta veya sağlık hizmeti verdikleri kişilere
sağlık güvencesi sağlayan finanas kurumlarının talepleri doğrultusunda
yapılmaktadır. Daha açık bir deyişle ifade edersek; sonuçtan asıl etkilenecek
olan kesimin yani sağlık hizmetinden yararlananların, hizmet sırasında karşı
karşıya oldukları risklerin sonucunda ortaya çıkan olumsuzlukların en azından
maddi boyutuyla giderilmesi talebi bu sözleşmede söz konusu değildir.
Dolayısıyla bu sözleşmede “hizmet alan” sıfatıyla taraf değildir.
Benzer biçimde tüm
sağlık hizmetlerinin anayasal anlamda denetleyicisi ve düzenleyicisi olan, bazı
yaklaşımlara göre de asli sorumlusu olan “devlet” de kurumsal kimliği
veya ajanları vasıtasıyla bu sözleşmenin tarafı değildir. Devlet içinden yalnız “yargı organı” bu
sözleşmenin uygulanması sırasında oluşan durumu değerlendirme ve yaptırım
kurumu olarak sözleşme içinde yer almaktadır.
Sözleşmeler gerek “tekil
olay”, gerekse sözleşmede belirtilen “en üst meblağ” bakımından
belirli limitler temelinde güvence sağlamaktadır. Başka bir deyişle yargının
hükmettiği tazminatın tümü değil, poliçede belirtilen sınırlara kadar bir
koruma sağlamaktadır. Bunun üzerindeki değerleri sigortalı kendisi ödemek
yükümlülüğündedir.
Sigorta sözleşmesi “süreli”
ve “TC sınırları çerçevesinde” geçerlidir.
SÖZLEŞMEDE YER ALAN
BAZI KAVRAMLARIN ANLAMLARI
Hizmetin
tanımı: Sözleşmede sağlık hizmeti “...hastalıktan
korunma, tıbbi teşhis, tedavi ve müdahale ile bu maksatlara yönelik yardımcı
faaliyetler” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu haliyle
sözleşmedeki sağlık hizmetinin kapsamı, genel olarak tanımlanana göre daha
dardır. Sağlığın geliştirilmesi, rehabilitasyon, bakım ve sağlık eğitimi gibi
her gün yapılan diğer faaliyetleri temelde kapsamamaktadır.
Hizmeti
verenlerin tanımı: İlk sözleşmede “sigortalı
veya diplomalı çalışanlar” diye, diğerinde ise yukarıda anılan faaliyetleri
fiilen yerine getiren “hekim, diş hekimi ve diğer sağlık personeli”
olarak belirtilmiştir. İkinci sözleşmenin içinde özel bir düzenleme olmamakla
birlikte bu sözleşmeyle ilgili bir sunu materyelinde sağlık çalışanlarının “risk”
dolayısıyla “tarife” bakımından dört farklı gruba ayrıldıkları
görülmektedir. Buna göre;
A GRUBU:Hemşire,
Hastabakıcı, Ayak Sağlığı, Odiyoloji, iş Hekimleri (Çene cerrahisi hariç)
B GRUBU:Romatoloji,
Anatomik Patoloji, BioKimya, Klinik Tahliller Laboratuarlarında çalışan
doktorlar, Eczacılar, Histoloji, Hidroloji, Adli Tıp, Logoterapi(?), Tıbbi
Teknisyenler, Mikrobiyoloji, Beslenme Uzmanları, Meslek Hastalıkları, Ağız
Sağlığı, Farmakoloji, Fizik Tedavi, Rehabilitasyon, Koruyucu Hekimlik, Spor
Hekimliği, Diş Laboratuarlarında Çalışan Teknisyenler, Bulaşıcı Hastalıklar
C GRUBU: Anjioloji,
Dermatoloji, Aile Hekimliği, Mide Hastalıkları, Geriatri, Genetik Tıp,
Hematoloji, Dahiliye, Tıbbi Radyoloji, Nükleer Tıp, Onkoloji, Pediatri,
Pnömotoloji, Pratisyen Hekimlik, Allerji,
Kardiyoloji(Cerrahi hariç), Angioloji ve Phleboloji içermeyen dermataloji,
Diabetoloji, Endokrinoloji, Bağışıklık Bilimi, Dahiliye (Cerrahi hariç),
Nefroloji (Cerrahi hariç), Nöroloji (Cerrahi hariç), Nöropediatri, Oftalmoloji
(Cerrahi hariç), Ortopedi ( Cerrahi hariç), Psikiyatri
D GRUBU: Anestezi,
Kardiyovasküler Cerrahi, Genel ve Digestif Cerrahi, Jinekoloji, Yoğun Bakı,
Çene ve Yüz Cerrahisi, Nöroşirurji,
Doğum, Ebe, Oftalmoloji (cerrahi dahil), Ortopedik cerrahi, Pediatrik cerrahi,
Kozmetik amaçlı olmayan plastik cerrahi, Reanimasyon göğüs cerrahisi, Travmatik
Ortopedik cerrahi, Üroloji, Proktoloji, Damar cerrahisi, Zührevi Hastalıklar,
Acil, Cerrahi içeren nefroloji, KBB
Bu listede yer alan
bazı uzmanlık dalları ve onlarla ilgili belirtilenlerin, uzmanlık dalından öte
hekimin yaptığı işin sık görülen olumsuzluklarına göre şekillendirildiği
anlaşılmaktadır. Örneğin “zührevi hastalıklarla” uğraşmak sonucu
itibariyle “çok riskli” bir durum olarak kabul edilmektedir.
Yasalarımıza göre
sağlık hizmeti verilmesi kurallara bağlanmış olup, verilen hizmetten ve
sonuçlarından bir ekip anlayışı ile "kusursuz sorumluluk" temelinde
doğan “dolaylı ve kurumsal sorumluluk” da vardır. Ancak sözleşmeyle ilgili
sunuda bu anlamda bir kayıt “hastaneler”in kapsam dışı olduğu şeklindedir. Bu
bağlamıyla yöneticilerin eylem ve fiilleriyle yerine getirmedikleri
sorumluluklarından doğan durumlar sözleşme kapsamı dışında kalmaktadır. Başka
bir deyişle bu kesim sağlık çalışanları kendi karar ve eylemleri veya
eylemsizlikleriyle ilgili tazminat sorumluluklarını kendileri yerine
getireceklerdir.
Diğer yandan bir
hekimin talimatıyla hastaya yardımcı olan herhangi bir kişinin kusurlu
davranışıyla oluşan bir zararın sorumluluğu sözleşmeye göre hekimin yasal
sorumluluğu dolayımında sigorta tarafından üstlenilmemektedir.
Aynı sunumda yer
verilen başka bir meslek grubu da “veteriner hekimler” ve “psikologlar”dır.
Bu grup sağlık çalışanlarının kapsam dışında tutulmasının nedeni açıklamaya
muhtaçtır.
Tazminatın
kapsamı: Sözleşmede aynen “sunulan
veya sunulması gereken mesleki hizmetlerde yapılan hata, ihmâl veya kusurun
neden olduğu, bir hastanın bedeni veya akli hasar görmesinden veya ölümünden
kaynaklanan durumların” tazmin edilmesinin kapsandığı belirtilmektedir.
Diğer sözleşmede kapsam içinde buna “veya zarar gören üçüncü şahıslar”
tanımı da eklenmiştir.
Yeni Türk Ceza
Yasası'nın hekimler ve sağlıkçılar arasında tartışılmasıyla söz konusu
sigortanın bu yönde bir “koruyuculuk” getirdiği düşüncesi gündeme gelmektedir.
Oysa bu sözleşme kapsamında yapılan sözleşme “TCK tarafından hükmedilen
kusurlu davranış ve suçlar için verilen para cezaları ve paraya dönüştürülmüş
hürriyeti bağlayıcı cezaların karşılanmasını” kesinlikle kapsamamaktadır.
Tazminatın
Miktarı: Sözleşmeye göre her durumda
tazminat miktarı “T.C. hukuki mevzuat hükümlerince Sigortalının yasal olarak
ödemekle sorumlu olacağı tutar, poliçede belirtilen tazminat limitinin izin
verdiği” kadarıyla sınırlıdır.
Başka bir deyişle
açılan tazminat davasında genel yargılama kural ve esasları dahilinde yargı
tarafından hükmedilen ve kesinleşen tazminat bedeli, sözleşme limitinin
üstündeyse, sigortayı yapan taraf en çok sözleşmede belirtilen bedel kadarını
ödemekle yükümlüdür. Farkı sözleşmeyle sigorta yaptıran taraf ödemek
durumundadır. Başka bir deyişle “koruyuculuk” sigortalı tarafından öngörülerek
belirlenen miktar kadardır, yani “sınırsız” değildir.
Geçerlilik-Etki
Süresi: Söz konusu sözleşme
örneklerinde süre bakımından farklılıklar vardır. Dahası sözleşmelerde süre
tarafların belirleyici özel durumlarına göre değişik olabilmektedir. Daha
doğrudan bir deyişle yasal sınırlar ölçeğinde “pazarlığa tabi”dir.
Genel olarak durumun
poliçe kapsamında olabilmesi için, tazminat ödemesine sebebiyet veren olayın, “Sigortalının sigortalı olduğu süre zarfında gerçekleşmesi
gerektiği” belirtilmektedir. Poliçelerde zaman için kullanılan genel tanım;
“İlgili hasar tarihi, Sigortalı aleyhine ilk hasar talebinin yazılı olarak
yapıldığı tarih kabul edilir” şeklindedir.
Buna karşın ilk örnek
poliçenin “şartlar” bölümünde ayrıca “Poliçenin geçerlilik süresi
içinde yapılmış yanlış tedavi ile ilgili olarak, bu poliçenin teminat kapsamına
giren ve poliçe bitiş süresinden itibaren 2(iki) yıl içinde yapılan bir
tazminat talebi teminat dahilinde olup bu süreden sonraki talepler sigorta
kapsamında değildir” denilmektedir.
İkinci sözleşmenin “şartlar”
bölümünde ise söz konusu durum “Poliçe süresinin bitiminden sonra 30 gün
içerisinde ihbar edilen bu tür olay ve
durumlardan dolayı, poliçe vade bitiminden itibaren 36 ay içinde yapılabilecek tazminat talepleri,
işbu poliçenin yürürlük süresi içinde yapılmış farz edilir” şeklinde
belirtilmiştir. Buradaki ayrıntı tazminat talebiyle ilgili “bildirimin”
de poliçe süresi veya en çok 30 gün sonrasına kadar yapılmış olmasıdır. Eğer
böyle bir başvuruda yargı da 3 yıl yani 36 ay içinde bir tazminatı
kesinleştirmişse o koşulda sigorta limitleri dahilinde tazminatı
karşılayacaktır.
Ama aynı poliçenin “yükümlülükler”
bölümünün sonunda yer alan ve bu özel sigortanın temelini aldığı “3.
Şahıs Mali Mesuliyet Sigortası Genel Şartları”nın son maddesinde de açıkça
belirtilen “İşbu sigorta sözleşmesinden doğan tüm talepler iki yılda
zamanaşımına uğrar.” şeklindeki hüküm, poliçenin kendi içinde de çelişen
yanlarını göstermesi bakımından anlamlı, geçerlilik süresiyle ilgili olarak da
kuşku yaratan bir durumdur.
Aynı sözleşmenin "yükümlülükler"
bölümünde sürenin kapsamıyla ilgili hükümde de poliçe tarihlerinin öncesinde
oluşmuş olumsuzluklar; “İş bu poliçe
tanzim tarihinden önce meydana gelen olay veya durumlara ilişkin olarak ileri
sürülecek tazminat talepleri, yazılı bildirim poliçe vadesi içinde dahi yapılmış olsa dahi teminat
kapsamı dışındadır” şeklinde denilerek kapsam dışı tutulmuştur. Dolayısıyla
tazminat ödeme konusunda tazminat taleplerine neden olacak olayların
sözleşmenin başlangıç ve bitiş zamanları
arasında olması zorunluluğu vardır.
Bu incelenen ikinci
sözleşmede süreyle ilgili bir düzenleme de ayrıca “Poliçe vadesi ve teminat
verildiyse geçmişe yürürlük süresi içinde yapılan veya yapıldığı iddia olunan
yanlış/hatalı tıbbi müdahaleden doğacak tazminat talepleri yine poliçe vadesi
içinde yazılı olarak bildirilmiş olması kaydıyla teminat dahilindedir. Zarar
tarihi, sigortalıya yapılan ilk yazılı bildirim tarihi olarak belirlenir.
Poliçe vade başlangıcından önceki bir tarihte meydana gelen olay ve durumlar
sonucunda ileri sürülen tazminat talepleri, bildirim vade içinde yapılsa dahi
teminat kapsamında değerlendirilemez. Şu kadar ki, geçerli ilk poliçenin vade
başlangıç tarihi, ardışık poliçeler için geçmişe etkinlik tarihi olarak kabul
edilir” şeklinde ifade edilmiş, bir ölçüde açıklık getirilmektedir. İkinci
örnek sözleşmeyle ilgili sunumda süreyle ilgili olarak verilen dört örnek
oldukça açımlayıcıdır. (Bknz.:Ek1)
Açımlayacak olursak
poliçenin “geçerlilik süresi içinde olmuş, fark edilerek talepte bulunulmuş”
durumlarda sigortanın ödeme sorumluluğu vardır. İkinci sözleşmede belirtilen
ardışık poliçelerin varlığı halinde kapsam hem sigortalı, hem de tazminatı
alacak olan kişi lehine uzamaktadır. Yine bu sigorta sözleşmesinde özel bir
meslek grubu için sözleşmenin başlangıcından altı ay geriden başlayarak
sözleşme kapsamı belirlemesi yapıldığı görülmektedir. Bundan da mevcut
mevzuatın bu konuda verdiği izinler ölçüsünde, sözleşmeyi yapan taraflarca
yapılacak “pazarlıkla” belirli sürelerle genişletilmesi söz konusu
olabileceği yolundadır.
Ancak bu durumda dahi
sigortanın süresinin “çok kısa-dar” olduğu söylenebilir. Çünkü öncelikle
tıbbi olaylarda yaşanan olumsuzluklar ve sonuçlarının görülme zamanıyla ilgili
net zamanlardan söz etmek mümkün olamayacağı dikkate alınmalıdır. Örneğin
batında unutulan bir malzeme hemen o sırada değil yıllar sonra ortaya çıkan bir
olumsuzlukla anlaşılabilmektedir. Bu durumda sözleşme süresinin içinde olan
bir hatanın anlaşılma zamanı çok sonra
olduğu için, sigortalı, hem sigortasını ödemiş olacak hem de tazminatı kendisi
çödeme yükümlülüğüyle karşı karşıya kalmış olacaktır.
Diğer yandan işleme
muhatap olan kişinin, kendisinin, yakınlarının ya da üçüncü kişilerin bu
olumsuzlukların farkına varıp bundan dolayı gündeme getirecekleri tazminat
taleplerinin bu tür poliçelerde genel olarak yürülükte olan bir yıllık sürenin
içinde gerçekleşmesi de çok düşük olasılıktır.
Çünkü pek çok durumda ortaya çıkan olumsuzluklar “olayın iyileşme
sürecinde olunduğu” gibi bir gerekçeyle karşılanmakta ve kişi resmi başvuru
hakkını kullanma durumunu ertelemektedir. Kişi çoğu durumda karşılaştığı
olumsuzluğu da, kendiliğinden iyileşme sürecinde “yavaş geri dönen
sağlıklılık durumu” gibi değerlendirecek dolayısıyla geçerli başvuru dilimi
içinde hemen hiç başvurmayacaktır.
Öte yandan yasal
tazminat başvuru süresi olan olayın cinsine göre değişmekle birlikte en az “beş
yıl”dır. Dolayısıyla bu süre içinde yapılan başvurular sonucu doğacak
tazminatların ödenmesi bakımından sigortayı yaptırana herhangi bir yarar
sağlamayacak durum ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle sigortayı yaptıran
sağlık çalışanı; sigortanın zımni (gerçek) korumasından değil, lafzi(sözde)
korumasından, yani “böyle bir sözleşme aktine sahip olma” durumundan
yararlanmaktadır. Bu sözleşme sigortalı açısından; hizmet ödemesi için böyle
bir sigortası olan hekimden hizmet alınmasını dayatan sağlık finans kuruşulunun
güvencesi altında olanlara hizmet verme olanağını yaratmaktan öteye anlamlı
değildir. Yani o aslında meleki mesuliyetinin getirdiği tazminat ödeme
yükümlülüğünü sigortacıyla paylaşmaktan çok, hizmet verdiği üçüncü şahısların,
sağlık güvence kurumlarının ödeme yapmasından yararlanmış olmaktadır.
Süreyle ilgili tüm
bunlar bir şekilde aşılmış olsa da yargılama süresinin en uzun örnek olan “36
ay” içinde tamamlanması da bizim ülkemiz koşullarında neredeyse olanak
dışıdır. Kamuoyun aynsıyan pek çok örnekten de anlaşılacağı üzere “yargılamanın
tamamlanması ve kesin yargı sonucunun alınması için geçerli süre” ortalama
olarak 5-7 yıldır. Bunu eğer bir veri olarak kabul edersek söz konusu
sözleşmeyi yapmak, ancak ardışık sözleşmelerle süre daima uzatılmış ise ancak
en az beş, ortalama 7-10 yıl sonra gerçek bir koruyuculuğun sağlanması anlamına
gelecektir. Bunu tabii şöyle de ifade edebiliriz: Böyle bir sözleşmeyi
yapanlar, en az beş yıl süreyle hem sözleşmenin gereği primleri ödeyecek, hem
de olası bir tazminat ödemesinde kendi ceplerinden ödeme yapmak durumunda
olacaklardır. Daha doğrudan bir deyişle yeniden ifade edersek, sigorta
kuruluşları kendilerini finanse edecek yeni bir kaynağı bu süre tamamlanana
kadar sağlıkçılar arasından bulmuş olmaktadır.
Diğer yandan ilk
örnek sözleşmede “Poliçe'de belirtilen sigorta başlangıç tarihinden önceki
tarihlerde meydan agelen olaylar ve kanuni talepler” kapsam dışı sayılırken,
ikinci de bu durumdan açıkça söz edilmemiş ve her poliçe için tarafların özel
pazarlığına bırakılmıştır.
Manevi
tazminat talebi: Söz konusu poliçeler
bu yöndeki talebi “ek prim ve özel düzenleme” ile poliçe kapsamına dahil
etme eğilimindedir. Üstelik bunun da bir sınırı vardır ve bu sınır bir poliçede
“toplam tazminat limitinin % 10'u” iken diğerinde “%20'si” olarak
belirlenmiştir. Dolayısıyla ek prim vererek bu yönde bir düzenlemeyi öngörse de
sigortayı yaptıran sağlık çalışanı bu limitin üzerindeki kesinleşmiş manevi
tazminat miktarını yine kendisi ödeyecektir.
TAZMİNAT SINIRLARI
(LİMİTLERİ)
Yapılan sigorta
sözleşmesiyle sağlanacak olan tazminat asıl olarak “T.C. mahkemelerinin
verdiği hüküm sonucu ortaya çıkan tazminatla”, “T.C. hudutları içinde yapılmış
ve rücuen tazmin edilebilecek harç, masraf ve yasal giderlerle ilgili olarak
geçerli olacak şekilde” sınırlandırılmıştır.
Dahası genel
düzenleme olarak poliçede belirtilen her olay başına ödenecek ve poliçe süresi
boyunca ödenecek toplam tutar da sınırlandırılmıştır. Başka bir deyişle
sigortayı yaptıranın taahhüdü ve ona uyan primle belirlenecek olan poliçe temel
alınacaktır. Eğer tazminatla ilgili hukuksal süreçte bu miktarın üzerinde bir
ödemeye hükmedilmişse sigortayı yaptıran aradaki farkı kendisi ödeyecektir.
Burada “tek olay”
ya da “beher hasar” tanımlarına getirilen açıklıkla durum sigortalanan
aleyhine daha da büyümektedir. Her iki sözleşme örneğinde de hemen hemen aynen:
“tek bir belirli ortak sebepten
doğan, ancak birden fazla hastanın bedeni hasar görmesine neden olan, ve tek ve
aynı hasarla bağlantılı olarak birden fazla sigortalıya karşı yapılan tüm hasar
talepleri, tek bir hasar talebi olarak kabul edilir” denilmektedir.
Tıbbi olaylarda bu
tür durumlar sık olmasa da örneğin doğumda ana-çocuk, aynı serviste tek bir
hataya bağlı olarak mağdur olan birkaç hasta, vb. durumlarda yargı herkes için
ayrı tazminata hükmedecek, ancak sigorta şirketi bunları “tek bir olay
sayıp” bununle ilgili limit miktarı ödeyecek, üzerini sigortalanan kendisi
ödeyecektir.
Benzer biçimde grup
sigortalarıyla birden fazla sağlık çalışanı için yapılmış sigortalarda aynı
olayın sorumluluğu birden çok sigortalının sorumluluğuyla gerçekleşmise bu
durumda da tek bir kişi için geçerli olan limitin üzerinde bir ödeme
yapılmayacaktır.
Benzer durum yukarıda
belirtildiği şekilde “Toplam Limit” için de geçerlidir. Sigortacı, tek
bir poliçe süresinde yapılan tüm hasar talepleriyle ilgili olarak tüm tazminat
gider ve masraflarıyla ilgili olarak en çok poliçede belirtilen toplam limiti
ödemektedir. Bu durumda kişinin daha çok ödeyeceği tazminatların muhatabı
sigorta şirketi olmamakta, sigortayı yaptıranın kendisi olmaktadır.
Söz konusu limitler
isteğe ve değişen koşullara göre yükseltilme olanağına sahip olmakla birlikte,
her yükseltme aynı şekilde prim miktarında da yüksekliğe neden olacaktır. Bu
tür sigorta sisteminin geçerli olduğu ABBD'deki hükmedilen tazminat miktarları
ve hekimlerin yıllık sigorta prim tutarlarının büyüklüğünü göz önüne
alındığında “gönüllü” başlayan bu uygulamanın “gönüllüleri”nin
ödemek zorunda kalacakları bedelin, ama ondan daha önemlisi hizmet alan
kişilerinin sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma haklarının nerelere
gideceğini öngörülmesi gerekir. Bunun bir sonucu bir yandan yıllık gelirin
%40-60'ı düzeylerine varan sigorta primleri, diğer sonucu ise önceki genel
değerlendirmemizde belirttiğimiz “ÇEKİNİK TIP” uygulamalarıdır.
KAPSAM DIŞI
DURUMLAR
Söz konusu sigorta
sözleşmesinin çok dar bir alanda etkili olacağı söylenebilir. Sözleşmelerde
belirtilen “Teminat Dışı Kalan Haller” dikkatle incelendiğinde ve
bununla birlikte hekimlik ve tıp pratiği
göz önüne alındığında bu etkinin darlığı çok daha iyi anlaşılacaktır.
İlk sınırlama “coğrafi
kapsam”la ilgilidir. Poliçeler yalnız TC sınırları çerçevesinde geçerli
sayılmaktadır. Dolayısıyla hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının sınır
dışındaki mesleki faaliyetleriyle ilgili bir talepte sigorta şirketi tarafından
herhangi bir ödeme söz konusu olmayacaktır.
Bu ise herşeyden önce
hekimlik pratiğinin “evrensel kural ve ilkeleri”ne aykırıdır. Şöyleki
örneğin bir yurt dışı gezi ya da görev sırasında bir hekim, bir TC vatandaşına
ya da başka ulustan birisine mesleğinin gereği olarak ve zorunluluk nedeniyle
bir hekimlik uygulamasında bulunursa ve bundan bir olumsuzluk doğarsa bu durum
sigorta kapsamı içinde olmayacaktır. Benzer biçimde yurt dışında yapılan eğitim
etkinlikleri sırasında yapılacak bri sunumda örneğin “gizliliğin ihlâli”
nedeniyle bir tazminat talebi başvurusu olup da bu kesinlik kazanırsa yine
sigorta şirketi bundan dolayı bir sorumluluk içinde olmayacaktır.
Diğer yandan bugün
bir üst yargı kurumu olarak kabul ettiğimiz AİHM benzeri uluslararası yargı
kuruluşlarının verdiği kararlar üzerine uygulanacak tazminatlar yine ilk
poliçeye göre kapsam dışında sayılmaktadır. İkinci örnek poliçede bu durumu
kısmen kapsayan bir düzenleme, kısmen de olsa iyileştirilmiş şekliyle “Yurt
içinde verilen bir mesleki hizmet nedeniyle yurtdışında ileri sürülen talepler
ve açılan davalarda teminat, bütçe uygulama talimatnamesinde açıklanan
limitlerin 10 misli ile sınırlı olacaktır” biçiminde ifade edilmiştir.
Bir diğer “ulusal”
ölçekte sınırlayıcı hüküm “Ulusal mevzuat, etik kod ve kurallar çerçevesinde
pratisyen hekim/uzman doktor olarak tipik olarak sunulan, mesleki hizmet,
tedavi ve tavsiyelerin haricinde ifa edilen herhangi bir hizmet” biçimiyle
sözleşmede yer almıştır. Buna göre tıp biliminin dünya ölçeğindeki gelişmişlik
düzeyi değil, ulusal mevzuat ve kurallar ölçeğindeki mevcut durum geçerli
olacaktır.
Daha açık olarak
hüküm getiren ikinci sözleşmede bu durum aykırılıklar da belirtilmiş ve “Türkiye
Cumhuriyeti kanun ve nizamları, genel sağlık mevzuat ve kuralları ve hekimlik
meslek etiği kurallarına aykırı ve/veya verilmesi meslek gereklerinden olmayan
her türlü hizmet dolayısıyla ileri sürülen talepler ile bu poliçede belirtilen
uzmanlık ve faaliyet alanı için geçerli belge veya lisansın dışında bir hizmet
sağlanması halleri” denilerek kapsam dışında bırakılmıştır.
Ülkemiz tıp biliminin
gelişmesi ve yenilikler bakımından “öncü” bir ülke değildir. Gelişme ve
değişiklikleri genellikle dışardan alıp uygulamaktadır. Bu bağlamda bir çok
bilimsel uygulama, ülke içinde bir standardizasyona gidilmediği için kapsam
dışı kalacaktır. Sık sık “bizde öyle ne yapalım” denilen durumlarla
karşılaşmak olasıdır. Bu hüküm en azından hasta hakları yönetmeliğindeki 11.
maddede belirtilen “tıbbi gerekler uygun tıbbi tedavi ve bakım”la ilgili
düzenlemenin bile gerisindedir.
Sürekli gelişen ve
değişen ancak ulusal mevzuatta karşılığı henüz olmayan durumlarla ilgili olarak
çeşitli uzmanlıkların yeni uygulama alanlarına ilişkin uygulamaları da bu hüküm
gereğinde sözleşme dışında kalmaktadır. Örneğin Tababet Uzmanlık Tüzüğü'nde
gerekli değişiklikler henüz yapılmadığı için “laparoskopik cerrahi”
işlemlerinin bir bölümü, değişik uzmanlıklar için uygulama olarak yapılmasına
karşın mevzuatta bulunmadığı için bununla ilgili işlemlerde söz konusu olacak
tazminatlar sigortanın kapsamı dışında kalacaktır.
İkinci sözleşmede bu
durum benzer şekilde “Zarara yol açan spesifik tedavi amaçlı işlem veya ilaç
tedavisinin tıbbi kötü uygulama olup olmadığının tespiti hususunda, uygulamanın
yapıldığı tarihte geçerli etik kurallar, uluslar arası tıp literatüründe
bilinen ve kabul gören tıbbi teknoloji ve uygulamalar esas alınacaktır”
şeklinde düzenlenmiştir.
Kuşkusuz burada söz
edilen kapsam dışılık sigortacı açısından söz konusudur. Bu kapsam dışı
durumlarda hükmedilecek tazminatlar yine sigortalanan tarafından yapılacaktır.
Burada “yararlanan/kullanan öder” şeklinde tıbbi uygulamalara getirilen “ticari
yaklaşım”ın benzeri sorumluluk konusunda da “yapan öder” şeklinde
uygulanmaktadır.
Deneysel çalışmalar “usulüne
uygun ve yasal olmak” kaydıyla hekimlerin mesleki pratikleri kapsamında
olduğu halde sözleşmedeki “İnsan üzerinde yapılan deneyler” gibi
gerçekten çok genel ve aslında yasalara göre bir suç oluşturan söylemle kapsam
dışı bırakılmıştır. İkinci poliçede ise durum daha açık olarak “İlaç
testleri veya diğer klinik denemelerden kaynaklanan tazminat talepleri ile her
türlü bilimsel araştırma kapsamında yapılan işlemlerden kaynaklanan talepler” nitelemesiyle
daha gerçekçi bir şekilde ama yine kapsam dışında tutulmuştur.
Mevzuatımıza göre
sağlık hizmeti aslında hekimle hastanın birbirlerine karşı “vekalet sözleşmesi”yle yükümlü
oldukları bir hukuki işlemdir. Ama hekimler bunun dışında bazı durumlarda “eser
ya da istisna sözleşmesi” çerçevesinde de hizmet alışverişinde bulunurlar.
Bu ikinci durumdaki hizmetler de “Teşhis ve tedavi amaçlı olmadıkları sürece
medikal(tıbbi) hizmetler” denilerek kapsam dışı sayılmıştır. Bu anlamda her
türlü “plastik/estetik cerrahi uygulamaları, cinsiyet değişikliği
operasyonları ile toplu sünnet operasyonları” çerçevesinde gündeme gelecek
tazminat talepleri yine kapsam dışı sayılmaktadır. Ancak ikinci örnek
sözleşmede bu tür müdahalelerin “sadece bir kaza ve/veya kongenital
(doğuştan gelen) bir deformasyonun gerekli şartı olan rekonstrüktif (normal
hale getiren) cerrahi müdahale için” yapılmışsa kapsam içinde
sayılabileceği belirtilmektedir.
Tıbbın önemli
uygulama alanlarından sayılan, dahası sağlık güvenlik kurumlarında bile özel
düzenlemelerle karşılanan “Kısırlaştırma/kısırlık tedavisi, suni
döllenme/tüp bebek, doğum kontrol uygulamaları
v.b. Faaliyetlerle, bunların
sonucu olarak doğan hastalar dahil ,gebeliği/üremeyi teşvik edici/önleyici
olarak sunulan tedaviler/hizmetler”, başka bir deyişle “bakıma yönelik
etkinlikler” ya tümüyle kapsam dışında tutulmaktadır. Benzer biçimde “kürtaj”
işlemleri de belgelenmek kaydıyla “tıbbi zorunluluk koşulu” dışında
kapsam dışı bırakılmaktadır. Oysa bu uygulamalar hekimlik uygulamalrında en çok
tıbbi uygulama yanlışının gerçekleştiği işlemler arasında bulunmaktadır.
Dolayısıyla bu işlemleri yapanlar sigortanın koruyuculuğu kapsamında
olmamaktadırlar.
Kapsam dışı olan
durumlar arasında iki örnek poliçede de bulunan ama ifade farkı nedeniyle
farklı anlamlara gelebilecek bir durum da, sağlık kurumlarında bulaşma
olasılığı yüksek enfeksiyonlarla ilgilidir. İlk örnek sözleşmede “AIDS veya
patojen amillerin veya hepatitin fiilen neden olduğu, katkıda bulunduğu veya
herhangi bir şekilde bunlarla bağlantılı olan veya neden olduğu, katkıda
bulunduğu veya herhangi bir şekilde ilintili olduğu, iddia edilen bedeni hasar
(duygusal sıkıntı veya zihni travma veya fobiler dahil) zarar veya ziyan”
ifadesiyle AIDS, hepatit ve aslında başta tüm enfekisyon hastalıkları olmak
üzere belirlenmiş nedene bağlı her türlü hastalığı “veya patojen amillerin”
ibaresiyle kapsam dışı sayarken; ilkinden farklı olarak ikinci örnek sözleşmede
“AIDS ya da onun patojenleri veya
hepatit hastalığı ile bağlantılı olarak
sebebiyet verilen veya verildiği iddia edilen her türlü ruhsal ve bedeni
rahatsızlıklar” denmekte ve kapsam dışında yalnız AIDS ve hepatit bulunmaktadır.
Eğer bulaşması ile
ilgili bir sorumluluğu varsa, sağlık kurumu, sağlık çalışanı veya hekim bu
enfeksiyonların ortaya çıkmasından hem hukuken hem de cezai olarak sorumludur.
Bu nedenle ödenmiş tazminatlara ilişkin bilgiler ortadayken, sigortacının
bunları kapsam dışında bırakması, asıl amacın tazminat riskini karşılamak
değil, kâr etmek olduğunu göstermektedir.
Benzer biçimde kan ve
kan ürünleriyle meydana gelen tıbbi uygulama hatalarında “kan bankalarının
çalışanları ve onların işlemleri” kapsam dışı bırakılmaktadır.
Diğer yandan her iki
örnek sözleşmede “Genetik bozukluklar/manipülasyon”, “kilo vermek için ilaç
kullanımı ve bunun yanında diyet, akupunktur, homeopati, hipnoz, ayurveda,
kaplıca vb. alternatif tıp tedavileri ile Sağlık Bakanlığı’nca
ruhsatlandırılmamış her türlü tıbbi uygulamalar” kapsam dışıdır. Anlaşılan
o ki bu işlemler “tıbbi uygulama” çerçevesinde değerlendirilmemektedir.
Dolayısıyla bunları uygulayanların “hekimlik dışı faaliyetle uğraştıkları”
dolaylı da olsa belirli bir mevzuat çerçevesinde kabul edilmektedir.
Dolayısıyla bu tür hizmetleri alanlar, hizmet aldıkları hekimleri ve kurumları
“tıp dışı hizmet verdikleri” için dava edebilirler. Bu bir cezayı
gerektirmesinden öte ve eğer bir zarar oluşmuşsa bedeli uygulayanın ödeyeceği
bir yüksek tazminata da neden olacaktır.
Sözleşmelerde
gözlenen bir diğer tartışılması gereken durum, aslında en çok tıbbi uygulama
hatası görülen anestezi konusundaki ciddi sınırlamalardır.
Her iki örnek
sözleşmede de “işe uygun ve yeterli donanıma sahip lisanslı bir hastanede ve
yetkili bir anestezi uzmanı gözetimi altında olmadığı sürece, bir hasta
üzerinde yapacağı tüm Genel Anestezi
işlemleri veya Genel Anestezi altında yapılan diğer her türlü işlemden kaynaklanan
zararlar” kapsam dışı bırakılmaktadır.
Anestezi ve
reanimasyon uzmanı sayısı ve dağılımıyla ilgili sıkıntıların olduğu ülkemizde
bu düzenleme özellikle acil müdahale durumlarında, hastaya müdahalede bulunmama
yani “çekinik tıp” uygulamalarına yol açabilecektir. Dolayısıyla
uygulama temelde doğru olsa bile hastaların hizmete ulaşma haklarını
sınırlamak, dolayısıyla hekimin görevini yapmamasına yol açacağı anlamına
geleceği için bu düzenlemenin hasta ve hekim aleyhine bir çok olumsuzluk
yaratacağı, yeni sorumluluklar doğuracağı da açıktır.
Haklı olarak “Sarhoş
edici veya uyuşturucu madde etkisi altındayken sunulan hizmetlerle,
sigortalının veya çalışanlarının her türlü kasti, dürüst olmayan, kötü niyetli,
cürmi veya kanundışı fiili” kapsam dışı bırakılırken, tamamiyle kurumsal,
dolayısıyla da uygulayanın sorumluluğunun söz konusu olduğu “İyonlayıcı
radyasyon veya radyoaktif bulaşmanın doğrudan veya dolaylı olarak neden olduğu
veya katkıda bulunduğu veya bunlardan doğan, her ne türde olursa olsun
hasarlar” yine kapsam dışı bırakılmaktadır. İkinci örnek sözleşmede
radyasyondan daha ileri gidilerek “Doğrudan veya dolaylı olarak asbest,
talk, DES (dietilstilbestrol)” gibi etkenlerle ortaya çıkan olumsuzluklar
da kapsam dışı bırakılmıştır.
İkinci örnek
sözleşmede bunlara ek olarak “Gebeliğin ilk iki ayı içinde hekimin hastanın
gebe olduğunu bilmeksizin başlamış olduğu tedavinin bebeğe vermiş olduğu
zararlar ile annenin gebeliğini saklaması durumunda yapılan tedavi dolayısıyla
oluşan zararlar” da kapsam dışı sayılmıştır. Bu noktada da sorunlar yaşanacaktır.
Çünkü gebeliğin olup olmadığı bilgisine ilişkin kanıtlar ve veriler olmadığı
koşulda durum nasıl belerlenebileceği meçhuldür.
Anlamsız
sınırlamalardan bir tanesi de her iki örnek sözleşmede de yer alan “Savaş,
istila, dış düşmanların hareketleri, çarpışmalar (savaş ilan edilmiş olsun ya
da olmasın), iç savaş, terörizm, isyan, devrim, ayaklanma veya askeri veya
muhtemel darbe hallerinin her türlü sonucu” maddesinde yer almaktadır. Bu
dayanak olan düzenlemenin genel şartlarında yer aldığı için buraya da
konulmuştur. Ancak burada sayılan durumlardan bazılarının neredeyse günlük
mutad uygulamalar arasına girdiği günümüzde, bu tür durumlar nedeniyle hekimin
veya sağlık kuruluşunun müdahale ettiği hastalarda yaşanacak tıbbi uygulama
hataları da, ne ve nasıl ilgisi varsa kapsam dışı sayılmaktadır. Yani bir terör
nedeniyle zarar görmüş bir kişiye yapılan müdahale eğer bir uygulama hatası
nedeniyle olumsuz sonuçlanmışsa sigortacı bununla ilgili tazminatı da
ödemeyecektir. Bunun anlamı şudur: “Bu tür durumlarda gelen kişilere acil
sağlık hizmeti vermeyin. Olumsuzluk olursa bedelini ödersiniz.” Hekimliğin
ilke ve kuralları ile bir toplum içinde bulunmanın gerekleri bu noktada
sigortacı açısından bağlayıcı görünmemektedir.
Grup olarak yapılan
sigortalamalarda ortaya çıkabilecek bir durum olarak gerekli inceleme
yapılmaksızın yalnız bu tür sigorta olması nedeniyle "İşbu poliçe
kapsamındaki bir sigortalının, işbu poliçe kapsamındaki bir diğer sigortalı
aleyhine hasar ve talepleri" kapsam dışı sayılması da söz konusudur.
Yani aynı kurumda çalışan ve birlikte hizmet verdiği bir kişiye yapacağı tıbbi
grişim ve yardımlar olumsuz sonuçlanırsa bunlarla ilgili tazminat da kapsam
dışı olacaktır. Sigortacı bu düzenlemeyle aynı yerde çalışan örneğin iki
hekimin, sigortacıyı dolandırmak için, birbirlerine bir olumsuzluğa yol aççacak
tıbbi müdahalede bulunabileceklerini kabul etmektedir.
“Sigortalı
tarafından sözleşme veya başka bir anlaşma yoluyla üstlenilmiş mesuliyet veya
Sigortalı tarafından verilmiş ve Sigortalının yasal mesuliyetini artıran
herhangi bir açık garanti” her iki
poliçede de kapsam dışı sayılmaktadır. Bu durum yukarıda söz ettiğimiz “eser
sözleşmesi” kapsamında olan tıbbi müdahalelerin kapsam dışında olduğunu bir
kez daha vurgulamaktadır.
Kapsamla ilgili bir başka
genel düzenleme tazminat başvurusunun değerlendirilmesi sürecinde yapılacak “savunma
ve sair giderlerin dahil edilmesi”dir. Burada da incelediğimiz iki
sözleşmede farklılıklar vardır. Birinde sigortalının bu yöndeki çabası olması
durumda sigortacının yazılı oluru ve olay başına teminat limitinin %10'u sınır
olarak belirtilirken, diğerinde “yapılan tüm yasal masraf ve harcamalar ile
savunma süresi sonunda hükmedilecek yasal faizler, poliçede yazılı yıllık azami
teminat limitini aşmamak kaydıyla teminata dahildir” denilerek yıllık
teminat limiti üst sınır olarak belirlenmiştir.
Sigortalı açısından
bunun anlamı da şudur: Bir sigorta poliçesinde deneyimli daha yüksek bedelle
hizmet veren bir avukatın savunmayı üstlenmesi halinde bunun giderlerinin ancak
sınırlı bir bölümü sigorta kapsamında olacaktır.
İkinci örnek poliçede
ayrıca;
● “Her türlü cezai müeyyideler ile meslekten men edilme
cezası müddetince gerçekleştirilebilecek her türlü medikal hizmetler”,
● “İlk yardım veya acil yardım müdahalesi gerektiren durumlarda,
söz konusu sağlık hizmetinin icra edildiği mahal için sağlık bakanlığı
tarafından özellikle bulundurulması zorunlu olarak belirtilmişse, gerekli
ekipman/teçhizatın bulundurulmamasından kaynaklanan kayıp ve zararlar",
● “Tıp bilimi açısından öngörülme imkanı olmayan veya
uygun tıbbi hizmet verildiği halde meydana gelen zararlar yani
komplikasyonlar”,
● “Veteriner Hekim ve Psikologlar tarafından icra
edilecek her türlü mesleki faaliyetler ile hastaneler”,
● “Her türlü çevre kirliliği"ne bağlı durumlar (bu
hastane engfeksiyonlarından doğan sorumluluğun da kapsam dışı olabileceğini
düşündürtmektedir),
● “Her türlü endirekt maddi zarar" (Bu da kurumsal
sorumluluk temelinde bir hak doğuran gizlilik ve güvenlikle ilgili hakların
ihlâllerinin kapsam dışı olacağı anlamına gelmektedir)
kapsam dışı
bırakılmıştır.
GEÇERLİLİK
KOŞULLARI
Poliçeler ayrıca
sigortalanan sağlık görevlisi için bazı koşulların mevcudiyetini de
dayatmaktadır. Örneğin her iki sözleşme örneğinde de; “Bu poliçe tahtında
tazminat talebine yol açabilecek herhangi bir olayın veya durumun meydana
gelmesi halinde, Sigortalı bu durumu derhal yazılı olarak Sigortacıya
bildirecektir” denilmektedir.
Bu hükümle ilgili
olasılıklar değerlendirildiğinde, pek çok durumun söz konusu olabileceği
kolaylıkla anlaşılabilir. Örneğin hekim yaptığı yanlışı ya da eksikliği bilip
söylemezse sözleşmeye aykırı davranarak anlaşmayı bozan taraf olabilir. Ama
bunun ortaya çıkması ancak o eksikliğin ya da yanlışlığın mağduru olan tarafın
talebi halinde alaşılacaktır. Böyle bir talep olmazsa sözleşme yürürlükte
kalacaktır. Mağdur herhangi bir başvuruda bulunursa da hekim bunu daha önce
bildirmediği için zaten sözleşmenin gereği tazminatı alamayacaktır. Bu durumda
mağdurla, sigortalının birbirlerinden haberli olarak başvuru yapmaları gibi bir
durum ortaya çıkmaktadır ki bu ise neredeyse “abesle iştigal” olup, bu
durumda hemen hemen tüm tazminat başvurularından sigortacı sorumlu olmayacak
duruma gelecektir. Bunu başka türlü söylersek, hekimin öncesinde sigortacı
kuruma bildirmediği tüm hataların bedelini yine hekim kendi cebinden
ödeyecektir.
Bu düzenleme gereği
olarak hekim kendi bildiği eksik ya da yanlışları sigortacıya düzenli olarak “rapor
ederse” başka bir deyişle dürüst davranırsa, bu kez de bir sonraki dönemde
sigortacı onu sigortalamaktan vaz geçebilecek ya da daha yüksek prim ödemek
zorunda bırakabilecektir.
Bir başka olasılık “hekimin
farkında olmadığı ya da bilmediği durumlarla ilgili başvurularda”
yaşanacaktır. Bunun da “daha önceden hekim tarafından bildirilmediği için”
tazminatın sigortaca ödenmeme, dolayısıyla hekimin kendisi tarafından ödenmesi
zorunluluğunu doğuracaktır.
Her iki poliçede yer
alan bir başka hüküm “bir hasar talebine yol açabilecek yaralanma, hastalık,
zarar veya ziyan halini önlemek veya asgari düzeye indirmek için makul tüm
tedbirlerin alınmasına” ilişkin düzenlemedir. Bunun nasıl anlaşılacağı ya
da saptanacağı ve “makul tüm tedbirlerin” neyi kapsayacağı belirsizdir.
Dolayısıyla sigortalanan kişi tazminat ödenmesi aşamasında ortaya konulacak
herhangi bir eksiklikle sigortacı yerine kendisinin tazminatı ödemesi gibi bir
durumla karşılaşabilecektir.
Bu sigorta tıbbi
uygulamadan mağdur olan ve tazminat talebinde bulunanlarla “uzlaşma”ya
olanak tanımaktadır. Ama uzlaşma konusunda da sigortalıyla, sigortacının ortak
ve birlikte davranma koşulu bulunmaktadır. Şöyleki; ilk sözleşmede bulunan “Sigortalı
(Sigortacının yazılı mutabakatı olmaksızın) herhangi bir hasarla ilgili
sorumluluğu veya ödemeyi kabullenmeyecek veya bununla ilgili olarak herhangi
bir masraf veya harcama yapmayacak veya sigortacının temsilcilerinin rıcası
olmadan bunlarla ilgili olarak kimseye sözlü veya yazılı beyanda
bulunmayacaktır” ibaresi sigortalı olsa da sigorta yaptırana bir kısıtlama
getirmektedir.
Buna karşıt olarak da
yine sigorta şirketinin yararına şekillendirilen bir hüküm de “Sigortacı,
Sigortalının muvafakatı olmadan herhangi bir hasar talebini karara
bağlamayacaktır. Ancak sigortalı, sigortacının tavsiye ettiği herhangi bir
çözüme muvafakat etmeyi reddeder ve herhangi bir yasal işleme itiraz veya devam
ederse, bu durumda sigortacının sorumluluğu, hasar talebinin bu şekilde karara
bağlanabileceği meblağ ile söz konusu red tarihine kadar kendi onayıyla yapılan
masraf ve giderlerin toplamını aşmaz” denilerek ortaya konulmaktadır.
Sigortayı koruyan bir
başka önemli hüküm de sigortanın feshiyle ilgili şu tek yanlı hükümdür: “Sigortacı,
herhangi bir olayla ilgili olarak işbu poliçe çerçevesinde ödenebilecek azami
tutarı veya söz konusu olaydan kaynaklanan bir veya birkaç hasar talebinin,
karara bağlanabileceği daha az herhangi bir tutarı Sigortalıya ödeyebilir ve
Sigortacının, bu ödemenin yapılması öncesinde yapılan mahkeme masraflarının
ödenmesi haricinde, bu olayla ilgili başkaca bir sorumluluğu kalmaz”.
Yani büyük bir tıbbi
yanlış sonucu, büyük bir tazminata hükmedilecekse ve sigortalıyı bir şekilde
razı etmişse, sigortacı poliçenin en üst limiti veya anlaşmayla belirlenecek
daha küçük bir bedeli ödeyerek devreden çıkabilecektir.
Bunun olumsuz
sonuçları tazminat alacak olan taraf açısından gündeme gelecektir. Tıbbi
uygulama hatası yapan taraf, hekim başvurudan sonra sigorta şirketinden en üst
ya da anlaşacakları bir meblağı alarak sırra kadem basabilir. Dava ne zaman
sonuçlanırsa sonuçlansın, bu durumda tazminatı hak eden taraf sigorta
şirketiortda dururken, daha önce sigortalanmış olan faili arayıp tazminatını
almakla ıuğraşabilecektir. Ülkemizde her an ortaya çıkacak durumlardan birisi
olarak “fail” sağlık personeli, bu durumdan yarar bile sağlayabilir.
Sigortacıdan aldığı toplu meblağı başkası adına işleterek, kendisinin yükümlü
olduğu ödemeyi örneğin “taksitle” ödeme seçeneği yeğleyebilir. Bu
durumda zaten uzamış yasal süreçten bir kere daha mağdur olan tazminata hak
kazanan mağdur üçüncü kez sigorta tarafından mağdur olabilecektir.
Sigorta şirketinin “tazminatı
ödemedeki isteksizliği” yine koşullar bölümündeki şu hükümden de
anlaşılmaktadır. Buna göre “herhangi bir olayın olduğu veya hasar talebinin
yapıldığı zamanda, işbu poliçeden önceki tarihte Sigortalı lehine veya Sigortalı
tarafından veya namına yaptırılmış başka herhangi bir sigorta poliçesi varsa,
tazminat öncelikle diğer poliçeden talep edilecektir.”
Benzer bir düzenleme
ikinci örnek sözleşmede “Poliçe kapsamına giren bir olayın meydana gelmesi
veya bu olaya ilişkin talebin gerçekleştiği sırada, sigortalının lehine,
sigortalı tarafından veya onun adına düzenlenmiş ve bu talebi karşılayacak
başka bir sigorta poliçesinin varlığı halinde; sigortacı, diğer sigorta
tarafından ödenebilecek miktarı aşan kısım hariç olmak üzere, söz konusu olay
veya talebi bu poliçe kapsamında tazmin etmek yükümlülüğü altında değildir”
şeklinde ifade edilmekte ve kayıt altına alınmaktadır. Sanırım bu hem kurumsal
hem de bireysel olarak ayrı ayrı mesleki mesuliyet sigortası yaptıranlar için
konulmuştur. Buna göre her sigorta kuruluşu diğer sigortacının tazminatı
üstlenmesini talep edecektir.
Tazminatla ilgili
kısıtlayıcı bir başka hüküm de “İşbu sigorta, herhangi bir sigortayla
bağlantılı olarak geçerli değildir ve hasarları, başka herhangi bir sigorta
çerçevesinde tazmin edilmedikleri takdirde ve bu ölçüde öder” şeklindedir.
Bu anlamı çok açık olmayan hükme göre örneğin yaşam sigortası olan bir kişi
tıbbi bir uygulama hatası nedeniyle yaşamını yitirirse ve bunun sonucunda bir
tazminata hükmedilirse, ölümden kaynaklanan tazminat eğer yaşam sigortası
gereği ödenen ölüm tazminatından fazlaysa aradaki farkı ödeme şeklinde
uygulanacaktır. Aslında birbiriyle hiç alakalı olmayan ve tarafları ve
muahatapları farklı olan iki sigorta sözleşmesinin gereği birbirini tamamlamak
şeklinde ama her durumda asli tarafların aleyhine, sigortacının lehine
şekillenmektedir.
İkinci örnek
sözleşmede yer alan “Sigortacının poliçe kapsamında yapılan herhangi bir
taleple ilgili olarak sorumluluğu, ödemeden önce gerçekleşen dava masraf ve
harcamaları hariç olmak üzere, bu poliçede yazılı azami tazminat miktarını veya
talebi karşılayacak daha düşük bir meblağın ödenmesi ile son bulur”
şeklindeki hüküm de her durumda sigortacının sorumluluğu ve yükümlülüğünün
sınırını sözleşmede önceden belirtilmiş “toplam tazminat miktarıyla”
sınırlı bırakmaktadır.
Diğer taraftan
sigortalanan kişi, sigortayı yaptırarak bir anlamda, sigortacıya teslim olmuş
durumdadır. Hekimin doğal bir görevi olmasına karşın ve genellikle ihmâl ettiği
“tüm mesleki hizmetlerin doğru ve açıklayıcı kayıtlarını tutma” işi, bu
kez sigortacının zoruyla yapılmak durumundadır.
İkinci örnek
sözleşmede bu görevler daha ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre; “Verilen
her türlü mesleki hizmetlere ilişkin olarak tam ve açıklayıcı kayıtlarını
tutacak ve bu kayıtları, işbu poliçe çerçevesinde bir talep ile ilişkili
oldukları ölçüde, sigortacı ya da usulüne uygun olarak atanan temsilcilerinin
denetim ve kullanımına açık bulundurulmak üzere hasta ve/veya yakınlarından veya
kanuni temsilcilerinden gereken yazılı onayları alacaktır. Sigortacıya ya da
usulüne uygun olarak atanan temsilcilerine, sigortacının isteyebileceği her
türlü bilgi ve desteği sağlayacak, gereği halinde usulüne uygun olarak
imzalanmış beyanları verecektir.”
Buradaki kayıtların
paylaşımı konusunda hasta ve yakınlarıyla temsilcilerinin yazılı onaylarının
alınması da bu kez hasta haklarının aleyhine konulmuş bir hükümdür. Böyle bir
onayı vermeyen hasta, yakını veya temsilcisi, bu kez hizmetin verilmemesi gibi
bir durumla karşılaşacaktır.
Aynı sözleşmede söz
konusu hükmün devamında da;
● “Sigortalı Her türlü tıbbi hizmet ve müdahaleyi
hastanın bilgilendirilmesi ve izin alınması şartı ile yapacaktır. Reşit ve
mümeyyiz olmayan kişiler için izin, veli veya vasisinden alınacaktır. Hastanın
bilincinin kapalı olması veya karar vermesinin mümkün olmadığı durumlarda izin
sırası ile hastanın eşinden, usul veya füruundan, kardeşlerinden bunların
hiçbiri yoksa diğer yakınlarından alınır” denilerek bilgilendirme ve aydınlatılmış onam konusunu;
● “Sigortalı hastayı (öngörülen veya varılan teşhis
nedeniyle uygun olarak) bir başka hekimden devralacak veya hastayı devredecek
ise, bu devri hasta ile ilgili olarak tıbbi hizmeti sürdürecek ölçüde teşhis ve
tedavi sürecinde boşluk kalmayacak şekilde yazılı olarak gerçekleştirecektir” denilerek tedavinin sürekliliği hakkının gereğini;
● “Hekim verdiği hizmetler sırasında kullandığı teknik
ekipmanın düzenli olarak bakım ve kalibrasyonunu yaptıracak ve bunları işleten
personelinin gerekli teknik bilgi ve eğitime haiz olduğunu belgeleyecektir” diyerek de hekimin dolaylı sorumluluğunu;
kayıt altına
almaktadır.
Aslında hekimin doğal
ve zorunlu, sorumluluk ve dolayısıyla görevleri olan bu fiilerin bu kez bir
tazminat ödeme fiilinin gerçekleştirilmesinin “ön şartı” olarak
tanımlanması, hekimliği ilke ve kurallarının dayandığı “insan için olması”
durumundan çıkarıp “para için olması” durumuna getirmektedir.
Hekimin mesleki
pratiğine en can alıcı noktasından “müdahale” anlamına gelen bu yaklaşım,
hekimi; yine mesleki olarak yerine getirmekle yükümlü olduğu bir başka ilkeyi
ihlâle kadar götürmektedir. Çünkü söz konusu maddenin devamında “bu
kayıtlar, işbu poliçe çerçevesinde bir hasar talebiyle ilgili oldukları ölçüde
Sigortacının veya usulünce görevlendirilmiş temsilcilerinin kullanımına açık
olacaktır” denilmektedir. Hastanın gizlilik hakkı çerçevesinde korunması
gereken ve yalnız “yasal zorunluluklarla” incelenebilecek olan kayıtları
sigortacı yaptığı bu sözleşme ile kendi "hakkı" durumuna getirmiştir.
Hekimlerin
hastalarıyla ilgili kayıtları tutmaları doğru ve gereklidir. Bunda hem hastanın
hem de hekimin yararı söz konusudur. Herhangi bir itilaf anında tarafların
oluruyla bu kayıtların bağımsız yargı tarafından incelenebilmesi de “toplumsal
düzeni oluşturan sözleşmenin gereğidir”; ama yalnız hekimi ile hastasının
arasında olan ve “sır” konumundaki bir bilginin bu iki kişi dışında
üçüncü kişinin bilgisine sunulmasının talebi, tıpkı daha önce hastanın sağlık
giderlerini ödeyen sigortanın operasyonlarla ilgili “görüntü talep etme”si
gibi hem mesleki hem de yasal açıdan sıkıntılar yaratacak etik dışı ve mesleki
kuralları ihlâl eden bir durumdur. Hekimi bunu yapmaya zorlamak da her şeyden
önce hekimin temel bir “hakkı”nın ihlâlidir. Acı olan şu ki hekim bunu
kendi isteğiyle yani gönüllü olarak ihlâl etme durumunda kalmaktadır.
Benzer biçimde
sigortacının, sigortalıyı bu temsil ve onun adına davranma yetkisi, yine
sigortalının aleyhine bir hükümle “savunma” konusunda da ortaya
çıkmaktadır: İlk sözleşmede bu hüküm “sigortacıya veya usulünce
görevlendirilmiş temsilcilerine, Sigortacı gerekli kılabileceği bilgi, yardım
ve imzalı beyanları verecek ve dava açılması halinde sigortacı sigortalı namına
davayı takip edecektir. Sigortalı sigortacının göstereceği avukata bu husuta
lazım gelen her türlü yetkiyi vermek zorundadır. Davaya ait masraflar sigortacı
tarafından ödeni” şeklindedir.
İkinci örnek
sözleşmede bu durum önce “Herhangi bir tazminat talebine karşı yapılacak
savunmada masraf talep etmeksizin sigortacıya yardımcı olacaktır” şeklinde
hükme bağlanmış daha sonrasında da daha ayrıntılı olarak “Sigortacı, poliçe
kapsamında talep konusu olabilecek herhangi bir olaya ilişkin olarak, sigortalının savunmasını üstlenme veya
tazminatı karşılama yetkisine sahip olup, sigortalı, önceden sigortacının
yazılı onayını almaksızın hiçbir şekilde sorumluluğu kabul yoluna gidemez,
tazminat ödemesi yapamaz, ödeme vaadinde
bulunamaz veya herhangi bir masraf
yapamaz. Sigortacı, sigortalının
rızası olmaksızın hiçbir tazminat talebini karşılamayacaktır. Ancak,
sigortalının, sigortacı tarafından tavsiye edilen herhangi bir tazminat
ödemesini reddi ve talebe itiraz etmesi yada başlamış olabilecek hukuki
işlemleri sürdürme yolunu seçmesi durumunda, sigortacının sorumluluğu; sigortacının
ödemeye razı olduğu talep tutarı ile, rızanın gerçekleştiği tarihten
sigortalının bu ödemenin yapılmasını reddettiği tarihe kadar yapılacak olan
masraf ve giderlerin toplamını aşamaz” şeklinde ama yine sigortalı alyhine
olacak şekilde düzenlenmiştir.
“Sigortalının
yükümlülüklerine uymaması ölçüsünde sigortacıdan talep hakkı zayi olur” denilerek de “yukarıda belirttiğimiz etik
davranışlarda bulunulduğunda ya da etik dışı davranışlarda bulunulmadığında”
yapılan sözleşmenin sigortacı lehine bozulmasına zemin yaratılmaktadır.
Sigortalıyı
zorlayacak olan başka bir düzenleme de “sigorta öncesindeki beyanları”yla
ilgilidir. Buna göre “Sigortalının yapması veya uyması gereken herhangi bir
şeyle ilgili oldukları ölçüde hüküm, koşul ve şartların gereğince gözetilmesi
ve yerine getirilmesi ve teklif formunda yaptığı beyanların doğruluğu (ki
bunlar, işbu kontratın dayanağı olup bu poliçeye dahil edildikleri kabul
edilir) Sigortacının herhangi bir sorumluluğu açısından taliki şart teşkil
eder” şeklinde ifade edilen hüküm yine sigortalanan açısından bağlayıcı bir
durum yaratmaktadır.
İkinci örnek
sözleşmede de bu “doğruluk” ilkesi sigortanın geçerliliğiyle ilgili ana
kural derecesindedir ve aynen şöyle denilmektedir: “Sigortalı tarafından
belirtilen poliçe şartlarına uyulması ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi ile
teklif formunda sigortalı tarafından belirtilen ve bu sigorta sözleşmesine
temel teşkil eden hususların doğruluğu, sigortacının sorumluluğunun
başlamasının ön şartıdır.”
Örneğin sigorta
sözleşmesinin öncesindeki bir mesleki etkinliğinden dolayı sigortalama sonrası
yapılan bir şikayet başvurusu, sözleşme öncesi hekim (bilmediğinden dolayı)
tarafından ifade ve beyan edilmediği için sigortacının tazminat ödemekten
kaçınmasına yol açabilecektir.
Sigortacının ödediği
meblağla ilgili rücu hakları konusunda da bir hüküm vardır ve “İşbu
sözleşmeyle işbu sigorta çerçevesinde herhangi bir hasar talebiyle ilgili
olarak bir ödeme yapılması halinde bundan sonrasında Sigortacınıni Sigortalının
bunlarla ilgili tüm rücu haklarını devraldığı konusunda mutabık kalınmaktadır”
şeklindeki bu hüküm de aslında hekimin bir başka hakkının devredilmesi
anlamındadır.
İkinci örnek
sözleşmede bu hakkın kapsamı rücu edilecek olanların ayrıntılandırılması
nedeniyle daha somuttur: “Sigortacı bu poliçe kapsamında gerçekleştirdiği
tazminat ödemesi tutarınca sigortalının olaydan sorumlu özel veya tüzel kişilik
sahibi üçüncü şahıslara karşı talep ve rücu haklarına halef olur(devredilen
sahibi anlamında)".
Sözleşme sigortalıyı
aynı zamanda “sahtekârlık” yapabilecek bir kişi olarak da görmektedir: “Sigortalı
meblağı veya başka bir açıdan sahte veya yanlış olduğunu bilerek herhangi bir
hasar talebinde bulunursa işbu sigorta hükümsüz kalır ve işbu sigorta
çerçevesindeki tüm hasar talep hakları kaybedilmiş olur” şeklindeki hüküm
hekimlik onurunu ortadan kaldıran, aynı zamanda yasalara göre suç olan bir
durumdur.
Sigorta sözleşmesinin
iptaliyle ilgili diğer şartlar da “İşbu sigorta Sigortalı tarafıdan iptal
edilirse Sigortacı, ilgili primin mutad ay esasına göre iade eder. İşbu
sigorta, primin ödenmemesi veya sigortalı tarafından kontratın herhangi bir
şekilde ihlâli haricinde bir nedenle sigortacı tarafından iptal edilirse
Sigortacı,ilgili primin gün esasına göre oranını iade eder” denilerek hemen
her zaman sigortacı lehine olacak şekilde belirlenmiştir.
Bunlardan da
anlaşılacağı üzere yukarıda belirttiğimiz “hekimin ve sağlık çalışanının
sigortacıya teslim olması” yorumu dayanaksız bir sav değil, sözleşmenin
değerlendirmesinden çıkan somut bir durumdur.
ÜÇÜNCÜ ŞAHIS MELİ
MESULİYET GENEL ŞARTLARI
Bu sigorta
sözleşmesini tam olarak değerlendirebilmek için aslında bu özel sözleşmenin
dayandığı genel bir sigorta mevzuatı şartını da doğru anlamak gereklidir. Başta
da belirtilidği gibi bu “Üçüncü Şahıs Mali Mesuliyet Sigortaları Genel
Şartları” başlığı ile yapılan özel sözleşmenin ekinde yer almaktadır.
Bu genel şartlar:
1.
Geçerliliğin “sigortanın
yürürlük süresi” içinde gerçekleşecek bir olay için söz konusu olacağını
2.
Üçüncü şahısların
ölmesi, yaralanması veya sağlığının bozulması halinde işleyeceğini,
3.
Üçüncü şahıslar
tarafından ileri sürülecek zarar ve ziyan taleplerinin neticelerine karşı,
Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuki sorumluluk mevzuatı hükümleri dairesinde geçerli
olacağını
4.
Poliçede tespit
olunan meblağlara kadar tazminat sağlayacağını kayıt altına almakta ve “hak”
olarak gündeme getirdiğini,
5.
Kurumsal
sigortalamada dolaylı sorumluluk durumunun da sigorta kapsamında olduğunu,
6.
Kasten yapılan
veya bilerek sebebiyet verilen zarar ve ziyan talepleri dışında tutulacağını,
7.
Aksine bir
züzenleme söz konusu değilse hizmet sırasında kullanılan asansör veya
monte-charge'ların vereceği zarar ve ziyanlar sorumluluk kapsamı içinde
olmayacağını,
8.
Sigortacı,
sigortayı, sigortalanın “riskin gerçek durumunu” doğru belirtmesi temelinde
kabul ettiği için, bunun tersini ortaya koyan durumlarda sigortacının
sorumluluğu ortadan kalkacağını,
9.
Sigortacı “riskin
büyüdüğü” durumlarda (örneğin sigortalananın bir kusurlu davranışı halinde)
buna uygun prim farkını almak suretiyle sigorta poliçesini yürürlükte
tutabileceğini veya isterse feshedebileceğini; fesih halinde bir ay içinde
bildirim yükümlülüğü vardır ve sigorta tebliğ tarihinden itibaren 15 gün sonra
öğleyin saat 12.00'de sona erer ve işlemeyen sigorta müddetine ait primlerin
iade edileceğini,
10. Sigortalanan kişi sigorta konusuyla ilgili her türlü
durum değişikliğini kendisi tarafından yapılmışsa 8 gün içinde, kendi bilgisi
dışında olduysa (ya da fark etmemişse) fark ettiği veya öğrendiği anda
sigortacıya bildirmek zorunda olduğunu,
11. Gerçeğe aykırı bildirim veya rizikoyu ağırlaştırıcı
nitelikteki değişikliklerin bildirilmemesi hasarın oluşmasından sonra
öğrenilirse, kastın veya ağır kusurun varlığı halinde tazminat ödenmeyeceğini;
diğer hallerde bu yeni rizikoya uygun olarak ödenmesi gereken primle, ödenen
prim arasındaki orana göre tazminatta indirime gidileceğini;(doğal olarak
aradaki farkı sigortalanan kendisi ödeyecektir).
12. Zamanı içinde kullanılmayan fesih haklarının geçersiz
olduğunu, primler düzenli ödenmezse fesih hakkı sigortalanan tarafında da
kullanabileceğini,
13. İlk prim ve sigortanın teslimindeki ödeme yapılmamışsa
sigortanın geçerli olmayacağını; primin taksitle ödenmesi kararlaştırıldığında,
taksitlerin kesin ödeme zamanı, miktarı ve vadesinde ödenmemesinin sonuçları
poliçe üzerine ayrıca yazılıp veya bildirileceğini; sigortalanan prim
taksitlerinin herhangi birini vade günü bitimine kadar ödemediği taktirde,
onbeş gün içinde ödemezse yine sigorta teminatının duracağını; eğer bu dönemde
bir tazminat talebi olursa sigortacının sorumluluğunun olmayacağını; böyle bir
talep gelmeden sigortalanan borcunu ve sonraki taksitlerini ödemeye başlarsa
teminatın durduğu yerden yeniden başlayacağını; sigorta teminatının durduğu
tarihten itibaren 15 gün içerisinde prim borcunun ödenmemesi halinde de,
sigorta sözleşmesi hiç bir ihtara gerek olmaksızın feshedilmiş olacağını;
14. Sigortalının mali sorumluluğunu doğuran bir durum
ortaya çıktığında, sgortalı bunu öğrendiği tarihten başlayarak beş gün içinde
Sigortacıyı yazıyla bilgilendirmek zorunda olduğunu; bu bildirimin olayın
nerede, hangi tarih ve saatte, hangi nedenlerle ve hangi durum ve koşullar
altında olduğuna ve ölen, yaralanan,
zarar görenlere ilişkin gerekli ayrıntıları içermesi gerektiğini;
15. Dava yoluyla bir başvuru söz konusuyla sigortalı buna
ilişkin tüm belge ve çağrıları ihbar ve ihtarnameleri, adli tebligat, dava
dilekçesi, mektup ve diğer belgeleri, istenmesini beklemeden derhal sigortacıya
vermek zorunda olduğunu; sigortacının yazı ile isteyeceği belgeleri de en geç 8
gün içinde göndermesi gerektiğini;
16. Sigortalı, zarar ve ziyan talebinin incelenmesi ve
haklarının savunulması konusunda sigortacıya elinden gelen yardımda bulunmaya
mecbur olduğunu;
17. Sigortacı, zarar ve ziyan talebinde bulunan üçüncü
şahısla doğrudan doğruya temasa geçerek anlaşma hakkına sahip olduğunu;
18. Dava açılması halinde, Sigortacının, Sigortalı adına
davayı tâkip edeceğini; sigortalının, sigortacının göstereceği avukata gerekli
her türlü yetkiyi vermek zorunda olduğunu; davaya ait masrafların sigortacı
tarafından ödeneceğini; ama bu miktarın ödenecek tazminatla birlikte poliçede
belirtilen en üst miktarı geçemeyeceğini;
19. Sigortalı, tazminat talebiyle ilgili olarak üzerine
düşen görev ve yükümlülüklerine uymazsa Sigortacının, tazmin sorumluluğundan kurtulacağını;
20. Sigorta sözleşmesinden doğan bütün hakların iki yılda
zaman aşımına uğrayacağını kayıt altına almaktadır.
SONUÇ
Burada ele alınan
örnek sözleşmeler konunun anlaşılması bakımından değerlendirilmiştir. Genel
kurallara aykırı olmamak kaydıyla özel
koşullar getirerek sözleşmeleri yapmak mümkün görünmektedir. Ancak sonuç
itibariyle bu sözleşmelerin küçük olaylar dışında ve genellikle hasta veya
temsilcileriyle sigortacının karşılıklı uzlaşma ve anlaşması dışında, yargı
yoluyla hükmedilmiş bir tazminatı gerçek boyutuyla karşılamayacağı söylenebilir.
Dolayıısyla öncekiş
genel değerlendirmemizde belirtildiği üzere böyle bir sigorta sisteminin her ne
kadar Dünya Tabipleri Birliği'nin Malpraktice Bildirgesi'nde yer aldığı
üzere oluşturulabileceği ifade edilmiş
olsa da birey ve toplum sağlığı ile, hekimlik pratiği açısından bunun yerine
gelebilecek başka modeller üzerinde düşünülmesi herkes açısından daha yararlı
olacaktır.
Genel yaklaşımın bir
yandan hizmetin “iyi hekimlik” çerçevesinde verilmesini sağlamayı
hedeflemelidir. Diğer yandan da oluşan her türlü nedene bağlı her türlü
mağduriyetin en azından ekonomik boyutuyla “insanın haklarıyla birlikte
insan” olduğu gerçeğinden yola çıkılarak karşılanması olmalıdır.
Komplikasyon bile olsa oluşan bir zararın bir şekilde karşılanması gereklidir.
Her türlü zararda nasıl toplumsal dayanışma ve paylaşım bu zararı
karşılanabilir kılıyorsa, bu konuda da böyle bir yaklaşım gereklidir. Bu yalnız
hekimlerin hizmet verdiği hastalr ve onların yakınları için değil, bizatihi
kendileri ve meslekleri için de bir güvence oluşturacaktır. Hiç bir “risk sigortası” da böyle bir güvenceden daha
etkin ve hedefe yönelik olanak sağlayıcı değildir.
Hekimlerin en azından
aydın olmaları ve mesleklerinin onlara verdiği “çok yönlü düşünme” ve “her
zaman insandan yana olma” gibi nitelikleri nedeniyle, kendilerine dayatılan
böyle bir “çözüm olmayan çözüme” itiraz edeceklerini ummak, en azından
etmeleri gerektiğini düşünmek, söylemek ve talep etmek haksız ve dayanaksız bir sav sayılamaz.
Mustafa SÜTLAŞ-(İstanbul-24.07.2005)
(*)Bu değerlendirme iki farklı sigorta
şirketinin "özel şartları" incelenerek hazırlanmıştır.
EK: 1-2 Açılayıcı ekler (İlgili sigortaların web sitelerinden alınmıştır.)
Örnek açıklama -1
Örnek Açıklama -2